İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi. Çarşamba günü öğleden sonra. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin kurduğu Diplomasi Kulübü’nde konuşmamı yapacağım amfiye giderken etrafa bakınıyorum. Uzun koridor cıvıl cıvıl, ders saatlerinin hareketliliği yaşanıyor. Duvarlar afişlerle dolu:
İsyan Devrim Sosyalizm, Direnenler Buluşuyor! Forum: Solda birlikte mücadele arayışları. Marksist Fikir Topluluğu.
Asıl Amaç: Bizans’ı Hortlatmak! Panel: Gezi Direnişi ve Kent Hakkımız!
Özgür Bilim, Parasız eğitim! Devrimci Gençlik.
Alo Yekta! Biz geliyoruz, müşteri değil öğrenciyiz! Öğrenci Kolektifleri.
Oğuz Atay, Atana- mayanlar. Bütün eserleri .1
Hasan Cemal, İfade özgürlüğü, İstanbul Üniversitesi Diplomasi Kulübü, Dünyanıza değer katın!
Bir zamanlar aklım tutsaktı
Orwell ‘Özgürlük, insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmektir’ der. Ömrüm özgürlük arayışı ile geçti, hâlâ bulamadım
George Orwell’ın sevdiğim bir sözüyle başlıyorum konuşmaya: “Özgürlük, insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmektir.” Ekliyorum: “70 yaşındayım, 46 yıldır gazeteciyim. Bütün ömrüm özgürlük arayışı ile geçti. Ne yazık ki hâlâ bulamadım.” Şöyle devam ediyorum: “Bir zamanlar aklım tutsaktı. Cuntacılık dönemimde askeri darbeyle devrim yolunu açacağımı sanmıştım. Deniz Gezmiş’lerin idamı ile, genç insanların acısıyla kendi geçmişimi sorgularken, aklımın özgürleşmeye başladığını söyleyebilirim. Ama buna karşılık bugün de, bu memlekette toplum ve devlet düzeni uzaklaşıyor özgürlükten, hukuktan...” Amfi dolu ve de ilgili. Hoşuma gitmiyor değil.
Bir kız öğrencinin heyecanlı bir üslupla sorduğu soru, Türkiye’de ‘hukuk devleti’nin gelmiş olduğu perişan noktayı apaçık sergiliyor: “Bugün Kayseri’de, Gezi sırasında Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın davası vardı. Kasten adam öldürmekle suçlanan bir polis memuru, Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu, bunu bastırmak için gerekeni yaptığını, kendisi sorgulanıyorsa, o zaman bu konuda Başbakan Erdoğan’ın da, İçişleri Bakanı’nın da sorgulanması gerektiğini söyledi. Ne diyorsunuz?” “Gerçekten böyle mi demiş?” diye başlıyorum söze. Akıl alır gibi değil. Demek, Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu söyleyenler, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere devlet büyükleri olduğuna göre, polis de durumdan vazife çıkarmıştı. Neresinden baksan hakla, hukukla, gerçekle, vicdanla bağdaşmayan bir durum diye yanıtlıyorum soruyu, başka ne diyebilirim ki.
Kamu düzeni esnaf sopasıyla mı sağlanacak? Böyle bir kışkırtıcılığı devletin tepesindeki kişi tarafından yapılırsa, bu düzenin adı ne olur?
Aynı saatlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapmış olduğu bir konuşmadan henüz haberdar değildik. ‘Hukukun üstünlüğü’ne ölümcül bir darbe daha indiren sözleri şöyleydi: “Bizim medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkâr, gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde polistir, gerektiğinde hâkimdir, hakemdir.” Allah aşkına söyler misiniz, hukuk neresinde bu sözlerin?.. Erdoğan hangi ‘medeniyet’ten söz ediyor?.. Kamu düzeni gerektiğinde ‘esnafın sopası’yla mı sağlanacak? Hukuku böylesine ayaklar altına alan sorumsuz bir kışkırtıcılık devletin en tepesindeki kişi tarafından açıkça yapılırsa, bu devlet düzeninin adı ne olur, söyler misiniz? Despotluğun ta kendisi olmaz mı? Bırakın otoriterliği, faşizm olmaz mı?
İstanbul Üniversitesi Diplomasi Kulübü’nde ifade özgürlüğünü anlatmaya çalışırken, sözü elbette Erdoğan iktidarının sansürcülüğüne getiriyorum. Özetle diyorum ki: “Yolsuzluk dosyalarını önce yargıda kapattılar. Son derece ciddi iddiaları kararttılar. Şimdi de aynı karartmayı TBMM’de uyguluyorlar. Dört bakanla ilgili soruşturma komisyonunun çalışmalarına haber yasağı getirdiler bugün... ‘Sansürcülük’tür bu...” Soruyorum: “Erdoğan iktidarı neden korkuyor?” Şöyle devam ediyorum: “17 Aralık, 25 Aralık madem darbe girişimiydi. Yolsuzluk, hırsızlık yoktu. O zaman bu dört bakan niye istifa ettirildi? Madem yolsuzluk yok, o zaman ne diye karartılıyor dosyalar yargıda, parlamentoda? Bir şey yoksa, bırakın dört bakan kendilerini savunsunlar, kamuoyu da neyin ne olduğunu öğrensin.” Çok açık: Erdoğan iktidarı bu memlekette hukuku gömüyor! Seyirci mi kalacağız?
17 Aralık, 25 Aralık madem darbe girişimiydi. Yolsuzluk, hırsızlık yoktu. O zaman bu dört bakan niye istifa ettirildi?
Türkiye’de özgürlük arayışını anlatırken, Nadir Nadi’yi, Cumhuriyet gazetesi yıllarımdaki başyazarımı da anıyorum. 1983 yılında 12 Eylül askeri yönetimi, Nadir Bey’in bir yazısından dolayı Cumhuriyet’i kapatmıştı. Kapatma nedeni olan yazı, 20 yıl öncesine aitti. Nadir Bey, 27 Mayıs darbesini eleştiren bir yazısını 20 yıl sonra bir daha basınca, bu kez 12 Eylül Cumhuriyet’i kapatmış, başyazarımız hakkında da dava açmıştı. Gazetesinin kapatılmasına yol açan 20 yıl önceki yazısının başına şöyle bir not eklemişti Nadir Bey: “... Bir sözcüğünü bile değiştirmeksizin aşağıya koyduğum eski bir yazımı gören okurlarım, belki de ‘Bu adam dünyaya boşuna gelmiş!’ diyeceklerdir. Evet, hazin bir yazgı. Ne yaparsınız ki, hazinliği ölçüsünde gerçek!” İstanbul Üniversitesi Diplomasi Kulübü’nde öğrencilerle geçirdiğim seviyeli ve olgun üç dört saat beni mutlu etti. Özgürlük arayışları konusunda geleceğe bakışıma iyimserlik aşıladı.