Erdoğan’la Öcalan... Bu ikili olmasaydı, 2013 yılı Mart ayından beri parmaklar tetikten çekilmez, dağda silahlar susmaz, kan ve gözyaşı akmaya devam ederdi. Bir yandan Erdoğan’ın, diğer yandan Öcalan’ın siyasal irade ve kararlılıkları, Kürt sorununda çözüm süreci adını verdiğimiz dönemi başlattı. Bunun altını yeni çizmiyorum. Hem yazılarımda, hem kitaplarımda bu ikilinin çözüm ve barış açısından önemini kim bilir kaç kez belirttim. Tarihin eli Erdoğan’la Öcalan’ın omuzlarında diye de yazdım. Devlet adamlığı ve siyasal liderlik, geçmişin önyargı ve acılarının tutsağı olmadan barış adına geleceğe bakmaktır, bunu gerçekleştirenlerin adı tarihe büyük harflerle geçer diye büyük laflar da ettim. Ama bunları laf olsun torba dolsun diye değil, inanarak yazdım.
Çözüm sürecini içtenlikle destekledim
Kürtlerin yaşadıkları acıları kendi ağızlarından dinleyerek, sorunu kendi yüreğimde hissetmeye çalışarak, meselenin tüm aktörleriyle -1993’te Bekaa Vadisi’nde Apo’yla da- bir gazeteci olarak konuşarak öğrenmeye gayret ettiğim için, ‘barış’ın ne denli yaşamsal bir konu olduğunu çok iyi bildiğim için de, ‘çözüm’le ilgili yazılarımı inanarak yazdım. ‘Çözüm süreci’ni içtenlikle destekledim. Ama bu destek gözü kapalı değildi. Eleştirel bir destekti. Böyle olması da, eski deyişle eşyanın tabiatına uygundu. Ya da idealist değil, diyalektik bir tavırdı. Bu da şimdi nereden çıktı diye sorabilirsiniz. Anlatayım.
Erdoğan'la Öcalan olmasaydı, parmaklar tetikten çekilmez, kan ve gözyaşı akmaya devam ederdi.
Dünkü Özgür Gündem gazetesinde Sırrı Süreyya Önder’le yapılan mülakatı okuyordum. Sevgili Sırrı Süreyya, her defasında yaptığı gibi, satır aralarında saklı ince alaylı titreşimlerle Öcalan’ın İmralı mesajlarını anlatıyordu. Dikkatle okudum. Çünkü Sırrı Süreyya Önder baştan beri Öcalan - Erdoğan - Kandil üçgenindeki ender oyunculardan biri. Çok şey biliyor. Bizim bilmediğimizi o biliyor. Keskin zekâsıyla da ilgili mesajların kime, kimlere nasıl -hatta hangi mimik ve jestlerle- verileceğinin kısa zamanda ustası olduğu da söylenebilir. O yüzden Sırrı Süreyya’nın Özgür Gündem’deki mülakatını ve satır aralarını dikkatle okudum. Son İmralı görüşmesinde Öcalan’ın söylediklerinden aktardığı şu satırların altını çizdim:
İdealizm kişileri tartışır, oysa biz sistemi tartışırız. Kimi dostlarımızın gözden kaçırdığı en önemli ayrıntı, bu meseleyi sistem üzerinden değil kişiler üzerinden tartışması. Hükümet burada bırakın tek belirleyen olmayı, belirleyeni bile değil. Bunun arkasında bir yandan 40 yıllık bir mücadele tarihi, bir yandan da 100 yıllık bir tarihsellik var. Bütün bunları getirip de bir hükümetin ya da Başbakan’ın ağzının içinden çıkan kelimelere indirgemek idealizmin tuzağına düşmektir. Tarih hep bizi haklı çıkarmıştır.
Tarihin ‘doğru yol’da akabilmesinde kişilerin eleştirilmesi şarttır. Bunu yapmak, kişilerle uğraşmak değildir, idealizmin tuzağına düşmek hiç değildir
Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’dan, Öcalan’ın ağzından aktardıklarının bir bölümü böyle. Öcalan, idealizm ve tuzakları üstünde duruyor. Elbette önemli bir konu. Örneğin, yukarıda belirttiğim gibi, eleştiri konusu, gerçeğin bir değil bin yüzlü olduğu konusu, eleştirel düşünce konusu, bütün bunlar idealizm çerçevesinde kendine pek yer bulmayan konulardır. Bir başka örnek: ‘Çözüm süreci’ne Erdoğan şöyle, Öcalan böyle diye bakabilir. Ama onların bu bakış açıları da eleştirilemez değildir, eleştiriden ari değildir. Eleştirilemez şeyler daha çok ‘idealizm’e özgüdür. Bir başka konu: Tarihte kişilerin rolü ve önemi... Tarihsel süreçlerde bazı kişilerin -iyi ya da kötü- rolünü küçümsemek de idealist bir tavırdır. Kişilerin bazı tarihi anlarda öylesine hataları olabilir ki, sonunda tarih tekrar yolunu bulup akar, ama o arada olan yine insanoğluna olur, çok büyük acılar çekilebilir.
Sırrı Süreyya'nın aktarımına göre Öcalan, 'İdealizm kişileri tartışır, biz sistemi tartışırız' diyor
Onun içindir ki: Tarihin ‘doğru yol’da akabilmesinde ‘kişiler’in yerli yerine oturtulması, kişilerin eleştirilmesi şarttır. Bunu yapmak, kişilerle uğraşmak değildir, idealizmin tuzağına düşmek hiç değildir. Bu çerçevede bir başka konu: Erdoğan’ı çözüm süreci konusunda bazı açılardan eleştirmek, kimilerinin sık sık iddia ettiği gibi, sürece karşı olmak değildir. Yine Erdoğan’ı süreçle ilgili olarak eleştirmek, idealizmin tuzağına düşmek de değildir. Çünkü Erdoğan, bugün için süreçte bir ‘başoyuncu’dur; bunun için de eleştirel okların hedefi olmak durumundadır. Örneğin, Tayyip Erdoğan’ın yanlışları 2011-2013 döneminde, Öcalan’ın aradan çekilmesine ve Öcalan’ın deyişiyle gümbür gümbür gelen savaşta üç bin kişinin daha yaşamını yitirmesine yol açmıştı. Kişilerin tarihteki rolünü önemsiyorum. Erdoğan’la Öcalan’ın ‘çözüm süreci’ndeki rollerinin ne kadar önemli olduğunun farkındayım. Bunun için de birkaç kez yazdım, “çözüm süreci kişilere bağlı olmaktan kurtarılıp, yasal düzenlemelerle kurumsallaştırılmalı”dır diye…
Bir başka örnek: KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, 30 Mart yerel seçimleri sonrasında Başbakan Erdoğan’a yönelik şöyle bir bildiri yayınlamıştı: “AKP'nin geleneğinde ve genlerinde demokrasi denilen bir şey yoktur. Her yönüyle üstenci, oligarşik, tekçi, faşizan bir karaktere sahiptir. Son derece ilkesiz ve pragmatiktir.” Eğer Tayyip Erdoğan, KCK Eşbaşkanlığı’nın belirttiği gibi, ‘geleneğinde ve genlerinde demokrasi olmayan’ bir partinin lideriyse ne yapılacak?.. Böyle bir liderle, böyle bir Başbakan'la çözüm süreci nasıl gidecek, nereye gidecek diye sorulmayacak mı? Elbette sorulacak. Elbette eleştirilecek böyle bir siyaset adamı… Böyle bir kişi, Türkiye Cumhuriyeti’nde tek başına iktidarsa, onu eleştirmek, kişilerle uğraşmak değildir. Onu eleştirmek, ormanı gözden kaçırmak hiç değildir.
Sevgili Sırrı Süreyya’dan ricam var. Bir dahaki İmralı ziyaretinde benim bu yazımı bir selamla Öcalan’a iletirse sevinirim
Elbette, bugün gelinmiş olan çözüm süreci noktasında, Öcalan’ın haklı olarak belirttiği gibi, “40 yıllık bir mücadele tarihi, bir yandan da 100 yıllık bir tarihsellik” vardır. Bunun altı çizilmelidir. Ama aynı zamanda ‘tarih ve tarihsellik’ten söz ederek, ‘tarih bizi hep haklı çıkarmıştır’ söylemini öne sürerek, Erdoğan’ı demokrasi bağlamında eleştirmeyi gözardı etmek de hem yanlış, hem idealist bir tutumdur. Ayrıca böylesi, kibir de içeren bir tavırdır ki, bu da Tayyip Erdoğan’da fazlasıyla olan bir ruh halidir. Son bir not: Öcalan’ın benim yazılarımı izleyebildiğini sanmıyorum. Çünkü internet erişimi yok İmralı’da. Bu yüzden sevgili Sırrı Süreyya’dan ricam var. Bir dahaki İmralı ziyaretinde benim bu yazımı bir selamla Öcalan’a iletirse sevinirim.