PKK’ya karşı topyekûn mücadele... PKK’ya karşı topyekûn savaş... Faili meçhul cinayetler... 1990’lar böyle yaşandı, kan ve gözyaşıyla. Ama şimdi, ne yazık ki, 1990’ların o korkunç dönemine, kanlı kısır döngüsüne yeniden geri dönüyoruz. 2001 yılıydı. Üst düzeyde bir istihbarat yetkilisiyle 1990’lara ilişkin uzun bir görüşme yapmıştım Ankara’da. Tansu Çiller’in 1993 yazında başbakanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte PKK’ya karşı devletin başlattığı yeni mücadele dönemini şöyle özetlemişti:
1990’ların o korkunç dönemine geri dönüyoruz. PKK’ya karşı 1990’ların ‘topyekûn savaşı’nda oluk gibi kan ve gözyaşı aktı. Ama PKK bitmedi
Bu adı konmamış bir ‘savaş’tı. Topyekûn mücadeleydi. Silah, devletin tekelindedir. Devlet, karşısında başka silahlı gücü, kendisine meydan okuyan, silah çeken başka bir gücü kabullenemez. Bölgede PKK’ya karşı kim, hangi güç varsa harekete geçirildi. Örneğin Hizbullah zaten vardı bölgede. Faili meçhulleri bunlar yaptı. Satırla ya da enseden tek kurşunla, ‘takarof makarof’ denen Rus malı tabancayla... Gayrinizamî harpti bu. Bu savaşta merhamet ölüm demektir! Karşındaki adamın alnında PKK yazmıyor ki. Arkanı döndün, bir anda tarandın gittin. Onun için adı konulmamış savaş nerede varsa, orada insan hakları da bir süre kendiliğinden sınırlanır, darbe yer.
İki taraf da silahla birbirini tüketemez. Silahın kullanım süresi doldu. Sonunda gelinecek nokta yine ‘masa’dır. Masaya açılan yolu uzatmak kan ve gözyaşıdır
Yukarıdaki satırlar, 2003 yılı Nisan ayında çıkan Kürtler isimli kitabımın 227. sayfasında yer alır. Sonra da şu yorumum gelir:
PKK’ya karşı kim, hangi güç varsa harekete geçirildi, cümlesinin altını özellikle çizmiştim. Bu cümleyle bir hukuk boşluğu meydana gelmeye başladı. Terörle mücadele derken, bu boşlukta Susurluk doğmaya başladı. Çünkü devletin içindeki bazı odaklar, PKK’ya karşı verilen ‘topyekûn savaş’ta, ‘her yol’a başvurmaya başladılar. Susurluk’a giden yol böyle açıldı. Susurluk, Türk devlet düzenindeki kirlenmeyi, çürümüşlüğü simgeleyen bir sözcük haline geldi.
Susurluk sürecinde binlerce faili meçhul cinayet işlendi Güneydoğu’da. Ergenekon sahnede yerini aldı. Kürtler büyük acılar yaşadı. PKK’ya karşı 1990’ların adı konmamış ‘savaş’ında, ‘topyekûn savaşı’nda oluk gibi kan ve gözyaşı aktı. Ama unutmayın: PKK bu acılara rağmen bitmedi. Küçülmedi, büyüdü. Üstelik dağlardan şehirlere indi. Öcalan’ın 1999’da İmralı’ya hapsedilmesi de yok edemedi ‘PKK realitesi’ni...
Tayyip Erdoğan özellikle 2005’ten itibaren Kürt realitesi ile birlikte ‘PKK realitesi’ni de görmeye başladı. Doğru da yaptı. ‘PKK realitesi’ne rağmen Kürt sorunu çözülemezdi. ‘Realite’yi o kadar tanıdı ki, Başbakan olarak kendi özel temsilcisini (şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı) Oslo’da PKK temsilcileriyle aynı masaya oturttu. Açılım süreçleri böyle doğdu. Bir yandan İmralı ve Kandil’i muhatap alarak, diğer yandan soruna ilişkin ‘asker tekeli’ni kırarak... Eş zamanlı olarak askerdeki darbe tezgâhları sorgulanmaya, Ergenekon, faili meçhul cinayetler yargı sahnesine çıkmaya başladı. Örneğin, 1993-1995 arasında Cizre’de işlenen 21 ‘faili meçhul cinayet’le ilgili Albay Temizöz davası 2009 yılında açılmıştı. Ama gel gör ki, Türkiye’deki hukukun üstünlüğü ve insan haklarıyla doğrudan ilgili bu dava beraat yoluyla kapatıldı. Tıpkı, teker teker üstü örtülen diğer faili meçhul davaları gibi...Tıpkı Ergenekon’un aklanması gibi... 7 Haziran sonrası ise bu gelişmelerle uyumlu bir adım daha atıldı Erdoğan tarafından. Temmuz ayında PKK’ya karşı 1990’ların ‘topyekûn savaş’ı yeniden uygulamaya sokuldu. Ve gözüken o ki, faili meçhuller yeniden sahne almaya başladı, galiba bu sefer ilçe bazında, mahalle bazında sokağa çıkma yasakları ilan edilerek...
Öte yandan, PKK’ya karşı Tayyip Erdoğan’ın düğmesine bastığı topyekûn savaş sürecinde ilginç ittifaklar da suyun yüzüne vuruyor. Bu açıdan, Doğu Perinçek’in geçen Cumartesi günü Aydınlık’taki başyazısının şu satırlarının altı çizilebilir:
24 Temmuz’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve polisimizin Bölücü Terör Örgütüne karşı kapsamlı harekâtı başladı. AKP yönetimi, Açılım siyasetinden vazgeçti ve Vatan Partisi’nin yıllardır savunduğu mevziye geldi. Acaba Vatan Partisi olarak ne yapsaydık, Tayyip Erdoğan ile aynı cephede olmamak için, PKK’nın ve ABD’nin yanına mı geçseydik?
Erdoğan’ın kendi koltuğunu kurtarmak için Ergenekon’la kola kola girmesi hem kendisinin, hem Türkiye’nin çıkmazını derinleştirir
Sözü daha fazla uzatmak istemiyorum. Erdoğan’ın PKK’ya karşı bugün seçmiş olduğu topyekûn savaş stratejisi Türkiye’de kan gölünü büyütür o kadar. Barış iyice güme gider. Demokrasiydi, hukuktu iyice hayal olur. 1990’larda ne olduysa, yine o olur. Kimse aklından çıkarmasın. İki taraf da silahla birbirini tüketemez. Silahın kullanım süresi dolmuştur. Çözüm namlunun ucunda değildir. Sonunda gelinecek olan nokta yine ‘masa’dır. Masaya açılan yolu uzatmak ise kan ve gözyaşıdır. Erdoğan’ın kendi koltuğunu kurtarmak için Ergenekon’la kola kola girmesi hem kendisinin, hem Türkiye’nin çıkmazını derinleştirir.
DİPNOT Yukarıdaki yazımı, 5 Kasım 2015 tarihli Erdoğan’la asker, yol arkadaşlığı başlıklı yazımla okuyabilirsiniz.