Cemaat ile ittifak bozulunca Başbakan Erdoğan’ın Öcalan’ı daha bir el üstünde tutmaya başladığı, İmralı’yla Kandil’in de 17 Aralık’la doğan yeni vaziyete pek öyle ses etmedikleri görülüyor. Erdoğan’ın "darbe" diyerek demokrasi ve hukuku tepeleyen adımlarını da es geçtikleri dikkati çekiyor. Bu nedenle de hükümete angaje görüntüsü belirginleşiyor.
Bu konunun altı çizilince “Hayır öyle değiliz!” sesleri kulaklara çalınıyor. Olabilir. Siyasetin gerçekleri söz konusu. Seçimlere giderken Erdoğan'ın en son isteyeceği şey silahların yeniden patlamasıdır. Bu durum Öcalan için de geçerli. Ancak, diyalog kapısını haklı olarak açık tutmaya çalışırken İmralı'nın düşünmek zorunda olduğu bir gerçek var.
Kürtler, Tayyip Erdoğan’la anlaşıp Türkleri satacaklar mı?..
Veyahut:
Öcalan, Erdoğan’la Kürtlerin hakları ve kendi geleceği ile ilgili olarak uzlaşmaya varıp, Türkleri demokrasi konusunda satışa getirebilir mi?..
Bu soruları Kandil’de Murat Karayılan’la Cemil Bayık’a sormuştum.
Onlar da, böyle bir ‘satış’ın söz konusu olamayacağını, Türkiye’de demokrasiyle Kürt sorununun çözümü arasında bir duvar olmadığını belirtmişler ve ‘çözüm süreci’yle demokrasinin içiçeliğini vurgulamışlardı.
Çözüm sürecinde yol alabilmek için daha çok demokrasi, daha çok hukuk gerektiğini, bunun da Türkiye’nin genel demokratikleşme çizgisinden kopuk olamayacağını söylemişlerdi.
Bunlar yerinde tespitlerdi.
Bu konuyla yukarıdaki sorular Gezi sonrasında, ama özellikle 17 Aralık’la birlikte yeniden güncellik kazandı.
Bir süredir deniyor ki:
Cemaat’le kavgasında Başbakan Erdoğan’ın demokrasi ve hukuka indirdiği darbeleri pek öyle önemsemeyen İmralı ve Kandil, hükümete daha yakın, daha angaje duruyor.
Bu konuyu dün sabah değerli meslektaşım Ruşen Çakır’la konuştum.
Sevgili Ruşen, gayet güzel bir zamanlamayla hepimizi atlatıp Kandil’de, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık’la bir bölümü Vatan’da yayımlanan uzun bir görüşme yaptı.
Ruşen Çakır’ın izlenimlerini dinlerken bir cümlesinin altını çizdim:
“Kandil, hükümete güvenmiyor, Cemaat’e hiç güvenmiyor.”
Tabii yeni değil bu, öteden beri öyle.
Cemaat’in Erdoğan’la ittifak içinde -ya da Erdoğan’ın Cemaat’i yedeğine alıp- kaç yıl boyunca PKK’yı yok etmeye çalıştığını herkesten çok PKK liderleri bilir.
Şimdi bu ittifak bozulunca, Erdoğan’ın Öcalan’ı daha bir el üstünde tutmaya başladığı, İmralı’yla Kandil’in de 17 Aralık’la doğan yeni vaziyete pek öyle ses etmedikleri görülüyor.
Ama ses etmedikleri için de, Erdoğan’ın darbe diyerek demokrasi ve hukuku tepeleyen adımlarını da es geçtikleri, hatta görmezlikten geldikleri dikkati çekiyor. Bu nedenle de hükümete angaje görüntüsü belirginleşiyor.
Bu konunun altı çizilince de, “Hayır öyle değiliz!” sesleri kulaklara çalınıyor.
Olabilir.
Siyasetin gerçekleri ve realpolitik dengeler söz konusu.
Öcalan’ın eli güçlenmiş durumda. Çünkü Erdoğan’ın eli zayıflıyor. Bu nedenle, böyle bir konjonktürde Erdoğan’dan ‘daha çok’unu koparabileceğini düşünüyor olabilir.
Ancak, Erdoğan’ın neyi verip neyi veremeyeceği konusunda Öcalan’ın hayal kurduğunu sanmıyorum.
Ve bugün için ‘ateşkes’in devam ettiği, dağdan ölüm haberlerinin gelmediği bir ortam, Erdoğan-Öcalan ikilisinin çıkarınadır.
Erdoğan, kendisi için ölüm-kalım niteliğindeki 2014 ve 2015 seçimlerine doğru yol alırken en son isteyeceği şey, dağda yeniden silahların patlamasıdır.
Bu durum Öcalan için de geçerlidir.
Ateşkesin bozulması demek, İmralı’daki Öcalan’ın manevra alanının yeniden dapdaracık hale gelmesi demektir.
Öcalan da bunu istemez.
Bugünkü ateşkes ortamında Öcalan’ın elinde tuttuğu bir kart daha vardır; ilerleme olmaması durumunda “Tayyip Erdoğan’la barış olmuyor!” kartı ya da kozu...
Bu konuyu daha önce de yazmıştım.
Ankara-İmralı-Kandil arasında bir diyalog üçgeni oluşmuş durumda.
Bunun belkemiği de, Erdoğan’la Öcalan arasında MİT kanalıyla, özellikle MİT Müsteşarı Hakan Fidan eliyle örülmüş olan altyapıdır.
Şimdi iki taraf da bu altyapının bozulmasından ya da bu ‘diyalog kapısı’nın kapanmasından yana değil.
Bunda anlaşılmayacak bir taraf yok.
Dağda ateşkesin devam etmesi, dağdan ölüm haberlerinin gelmemesi, kısacası artık kan ve gözyaşı akmaması elbette son derece sevindirici bir durumdur.
Hep söylemişimdir.
Önce ‘parmakları tetikten çektik’ten sonra, zamanı da torbaya sokmaya çalışmadan, kolayından zoruna doğru adımlarla barışa giden yolu açmaktır yapılması gereken...
Zaten çözüm süreci bu demektir.
Türkiye de bu yolda.
Ama tekliyor, zira Erdoğan kaç zamandır ipe un sermekte...
Peki bunun alternatifi yine silah mı, yine çatışma mı?
Elbette değil, olmamalı da.
Bu kırılgan süreci devam ettirmektir doğru olan... Silahı değil, inatla siyaseti konuşturmaktır doğru olan...
Daha fazla insan ölmesin!
Ama bunu söylerken bir noktayı bir kez daha vurgulamak istiyorum.
İmralı düşünmek zorunda!
‘Diyalog kapısı’nı haklı olarak açık tutmaya çalışırken, Erdoğan’ın demokrasi karşıtı adımlarını pek öyle önemsemeyen bir tavır içinde olmak ya da bu konuyu yarım ağız geçiştirmek, barış ve demokrasiye zarar verir.
Twitter: @HSNCML