Brezilya büyük bir kâbus daha yaşayabilirdi. Ama korktuğu başına gelmedi. Dünya Kupası’nı Almanya kaldırınca, rahat bir nefes aldıkları söylenebilir. Pazar akşamı ya Almanya değil de, Arjantin kaldırsaydı Dünya Kupası’nı?.. Bu bir karabasandı Sambacılar için... Brezilya, Almanya karşısında yaşadığı o 7-1’lik akıl almaz hezimetten sonra, korkunç bir felaket daha yaşamış olacaktı. Arjantin futbolda Brezilya’nın ezeli ve ebedi rakibidir. Tangocular finale kalınca Sambacıların yüreğini karalar bağladı. Final maçı için Rio de Janeiro’nun uçsuz bucaksız kumsalları Arjantinli yüz binlerin istilasına uğrarken, Brezilya korkulu bir bekleyişe girdi. Ya Brezilya futbolunun kutsal mabedi Maracana’da Dünya Kupası Tangocular’ın ellerinde yükselirse?.. Tutkulu bir Arjantin taraftarı olan sevgili Kanat Atkaya maç öncesi şöyle diyordu: “Bu nedir biliyor musun?.. Galatasaray’ın Kadıköy’de, Saracoğlu’nda şampiyonluk kupasını kaldırmasına eşdeğer bir yer sarsıntısıdır.” “Şimdi anlıyorum. Fenerli dostların Cimbom’un kupayı Saracoğlu’nda kaldırdığı zamanki o perişan halleri hiç gözümün önünde gitmez.” Alman Panzerleri, neyse ki, Sambacılara böyle bir kâbusu yaşatmadı.
1954’teki Almanya-Macaristan final maçını babam Ahmet Cemal’le radyodan dinlemiştik
Uzatmada, 113. dakikada Schürrle’nin enfes ortasını altıpasın üstünde göğsüyle yumuşatıp muhteşem bir sol voleyle Arjantin filelerine gönderen 22 yaşındaki Götze’nin harika golüyle Almanya Dünya Kupası’nın sahibi oldu. Üstelik dördüncü kez... Ve Amerika kıtasında ilk kez Dünya Kupası kaldıran bir Avrupa ülkesi unvanını da kazanarak... İlk kupa 1954’te gelmişti. Sonra bunu Münih 1974 ve Roma 1990 kupaları izledi. İsviçre’nin başkenti Bern’de, 1954’te Almanya’yla Macaristan arasında oynanan o final maçını babam Ahmet Cemal’le evimizdeki Philips marka formika kaplı küçük radyomuzun başında dinlemiştik. O tarihlerde Macaristan bir futbol deviydi. Önüne geleni deviriyordu. İngiltere’yi, üstelik Wembley’de, 7 golle geçmişti. Şimdi hatırlıyorum. Finalde, Almanya 2-0 geriye düşmüştü Macaristan karşısında. Bu iş bitti derken, maçın sonuna doğru Almanlar beraberliği yakalamıştı. Ve son dakikalarda Rahn’ın, o Almanları bir anda çılgına çeviren ünlü -Tor für Deutschland- golüyle 3-2 yapıp Almanya’ya ilk Dünya Kupası’nı getirmişti. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, 17-18 yaşlarındayken Stuttgart kentinde futbol oynamış olan babam Kupa’yı Almanya’nın almasına çok sevinmişti.
Ben de geçen akşam finalde, hem babamdan, hem de Mesut Özil sempatisinden dolayı Almanya’yı tuttum. Ama maç sonrası Messi’nin halleri de içime dokundu. Almanya finalde favori görülüyordu. Ama Rob Hughes gibi bir usta maç öncesi şöyle diyordu: “Almanya’nın kesin favori olmasına inanabilirsin. Ama ben buna tek kuruş yatırmam. Son üç maçta hiç gol yememiş taş gibi bir savunmasıyla birlikte bir de Messi’si olan bir takımı hiç yabana atamam.” Messi, Messi, Messi... Turnuva boyunca hiç ağızlardan düşmedi. Maradona’yı tahtından indirecek mi?.. Bu soru kulaklara çarptı durdu. Maradona 1986’da Mexico City’de Arjantin’i tek başına Dünya Şampiyonu yapmıştı. Şimdi sıra Messi’deydi. Yapabilecek miydi?.. Yapamadı, ne yazık ki öyle. Turnuvanın Altın Top ödülünü kazandı ama Maradona tahtında oturmaya devam ediyor. Tüm zamanların en büyüğü olamadı. Herhalde bu yüzden Messi’nin final sonrasındaki yüzü bin parçaydı, suratından sadece keder akıyordu. O hüzünlü hali benim de içimi acıttı. Ama yazın bir kenara: Messi’nin ipi çekilemez! Gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biridir. Di Stefano gibi, Pele gibi, Maradona gibi, Cruyff gibi bir efsanedir Messi de... Öyledir, çünkü futbolu güzel oyun olarak sevenlerin gönlünde taht kurmuştur ve o tahtta oturmaya devam edecektir. Ben böyle düşünüyorum.
Messi, Maradona, Pele gibi gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biridir
Hollanda her seferine olduğu gibi, turnuvaya yine iyi başladı ama sonunu her seferinde olduğu gibi getiremedi. İspanya’yı zirveden indiren 5-1’lik Hollanda zaferini ve o maçtaki Robben’i kolay unutamayacağım. Bir de Kolombiya’nın 10 numarası Rodriguez’i dünya futbolunun yeni starlarından biri olarak izlemek beni mutlu etti. Bir de soru işareti: Final maçının daha başında, eğer Higuan o akıl almaz gol fırsatını heba etmeseydi, Arjantin için her şey daha farklı olabilir miydi?.. Bu artık ‘futbol geyiği’nin renkli sayfalarından biri, o kadar. Gerçek ise Götze’nin muhteşem golüyle Jogi Löw’ün aslanlarının Almanya’ya dördüncü kez Dünya Kupası’nı kazandırmalarıdır.
Almanya, futbolcu yetiştirmek için eğitime milyonlarca avro yatırdı; peki Türkiye ne yaptı?
24 yıl sonra gelen Dünya Kupası, hiç kuşku yok, Almanya’nın hakkıydı. Her zamanki disiplinleriyle, tıkır tıkır işleyen makina intizamı ve sabırlı hırslarıyla işi pek öyle şansa bırakmadılar. Modern, acımasız Alman futbolunu oynadılar, sonuç almasını da bildiler. Evet, futbol bazen adaletsizdir. Ama sonunda bu güzel oyunu yine de -ya da genellikle- iyi oynayan kazanır. Arjantin karşısında da Almanya iyi olduğu için kazandı. Bir zamanlar denirdi ki: - Futbol 22 kişiyle, 90 dakika oynanan ve sonunda Almanya tarafından kazanılan bir oyundur! Dünya futbolunda yeniden böyle bir sayfanın açıldığı söylemek abartılı kaçabilir. Ama bu açıdan futbolseverlerin ve Türkiye’de futbolun iç açıcı olmayan hallerine kafa yormak isteyenlerin bir noktaya dikkat etmeleri lazım. Almanya, futbolcu yetiştirmek için 10 yıla yayılan bir süreçte ‘altyapı’ya tam 1 milyar avro yatırdı. Bugün Dünya Kupası’nı kaldıran Alman Milli Takımı’nın 14 oyuncusu bu ‘altyapı’nın, Alman futbol akademisinin ürünü. Dünya Kupası’nda top koşturan bu mükemmel topçular 13-14 yaşından itibaren bu altyapıda yetiştiler. Türkiye’den neden futbolcu yetişmiyor diye soranlar her şeyden önce bu ‘altyapı meselesi’ne daha çok, daha fazla sistemli kafa yormak zorundalar... Uzun lafın kısası: İyi ki futbol var!