Çarşamba sabahından perşembeye, gün doğana kadar 19 saatimi Çağlayan’da geçirdim. Çok da iyi oldu. Adliye koridorlarında gazeteci milleti ile, avukatlarla, miletvekilleriyle, sanık yakınları ve sendikacılarla saatler boyu sohbet ettik. Dinledim, kulak verdim onlara. Mahkeme kulisinde hukukun, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının bu memlekette nasıl yerlerde süründüğünü bir kez daha gördüm, hissettim. Saray’a biat etmiş ‘medya’nın adliye koridorlarıyla arasına koymuş olduğu ciddi mesafeyle, Türkiye’yi demokratik hukuk devletinden nasıl uzaklaştırdığına yine tanık oldum. Gerçekten hazin. Özellikle avukatlardan Türkiye’de hukukun nasıl katledilmekte olduğuna dair o kadar çarpıcı şeyler dinledim ki, içim acıdı. Bunlar doğru dürüst yazılmıyor. Dillendirilmiyor medyada. Bu acı gerçekler ya da hukuk katliamı, duruşma salonlarında, kulislerin kuytuluklarında kalıyor, gizleniyor. Demokratik hak ve özgürlüklerin iktidar yargısı tarafından nasıl her Allah’ın günü yerle bir edildiğine ilişkin örnekler ne yazık ki gün ışığına çıkmıyor. Bu da ‘hukuk’un iyiden iyiye gukuk olmasına büyük katkıda bulunuyor. Perşembe günü ortalık aydınlanıncaya kadar sevgili Altanlar’ın davasını izlerken, duruşma salonundan dışarıya ulaşan bazı sesler hukuk adına gerçekten utanç vericiydi. İçeriden kilitlenmiş, polisler tarafından kuşatılmış bir mahkeme salonunda sorgulanan, yargılanan Ahmet Altan’la Mehmet Altan... Onlara karşı bir savcının, bir yargıcın sergilemiş olduğu tavır... Susacak mıyız?.. Hiç ses çıkmayacak mı bu ülkede ‘hukuk’u önemseyenlerden?.. Hukuku hiçe sayan somut örneklere işaret edilmeyecek mi, bu hukuk katliamının üstüne yürünmeyecek mi?..
Korkmak yok, yılmak yok! Sonuna kadar hukuk ve demokrasiyi savunacağız!
Lütfen bir an durun, düşünün. Yaşananlar, hukukun üstünlüğü adına utanç vericiydi. Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı adına utanç vericiydi. Güçler ayrılığı adına utanç vericiydi. Kısacası: Demokrasi adına utanç vericiydi. Eğer demokrasi ve hukuk devleti diyorsak, ‘çifte standart’lardan mümkün olabildiğince sıyrılmak zorundayız. Biliyorum, bu çifte standartlar hiç bitmedi, yakın ve uzak geçmişimizde, darbe dönemlerinde bunun olumsuzluklarını fazlasıyla gördük. Sonra geriye dönük pişmanlıklar da yaşadık her seferinde, ama tabii değişen birşey olmadı, olan olduktan sonra... Hiç aklımızdan çıkarmayalım. Demokrasi ve hukuk bir ortak platform olmadan barış ve istikrar kapımızı çalmaz. Türkiye bugün bir sivil darbe döneminden geçmekte. Erdoğan’a eleştiri darbecilik olarak damgalanıyor, buna karşı Saray yargısı derhal harekete geçiriliyor. Bu açıdan en çarpıcı örneklerde biri, perşembe günü sabaha karşı Ahmet Altan’ın salındığı, Mehmet Altan’ın tutuklandığı davadır. Gün ağırırken Çağlayan’da, Adliye Sarayı’nın önünde Ahmet Altan’ın serbest bırakılmasını bekliyorduk. İçimiz fena halde buruktu. Zira Ahmet çıkmış, sevgili Memo demir parmaklık arkasında kalmıştı. Ahmet Altan’a gelince... Her zamanki gibi dimdikti.
Erdoğan’a eleştiri, darbecilikle damgalanamaz
Dedi ki:
Sizi eleştireceğiz, sizden korkmuyoruz. Hukukun dışına çıktığınız sürece biz sizi eleştireceğiz. Hapishane mi? Ne olduğunu gördük. Bir daha girmek mi? Evet, bir daha girmek. Bu ülke bizim, sonuna kadar hukuku ve demokrasiyi savunacağız.
Dedi ki:
Bir profesör, 30 yıllık bir yazar, bunca kitabın müellifi, hayatı boyunca demokrasiyi korumuş ve darbelere karşı çıkmış bir adam, Mehmet Altan, bir konuşmasında siyasi iktidarı eleştirdiği için darbeyle ilişkilendiriliyorsa, bu ülkede gerçekten yaşamak çok zor.
Dedi ki:
Bu ülkenin bu hukuk sistemiyle, bu tür suçlamalarla, siyasi iktidara yönelik her türlü eleştiriyi, darbecilik olarak nitelemekle, varabileceği hiçbir yer yoktur. Bugün bu tutuklama, 15 Temmuz’la ilgili ciddi her türlü soruşturmanın önünü kesiyor. Bize açılan bu dava, Mehmet Altan’ın tutuklanması, bu soruşturmanın derine ve zirveye gitmesini engellemekten başka hiç bir amaç taşımıyor. O zaman sormamız gerekiyor: “Kim ve neden 15 Temmuz’u yapanların gerçekten araştırılmasını engellemek istiyor?” Ve bunu, aydınların üzerine sevk ederek yolundan saptırıyor. Zannediyorum ki, bu darbenin siyasi sorumlularının ortaya çıkması istemiyorlar. Korktukları bu!
Dedi ki:
Mehmet Altan, bir televizyon programındaki bir tek cümlesinden dolayı, korkunç ve kanlı bir darbenin parçası olmakla suçlandı ve tutuklandı. Darbenin ne olduğunu bilmiyorlar, insanlar öldü. Bu ülke 150 tane darbeci generali ordunun içinde tutmuş bir ülke. Bunun sorumlusu kim? Mehmet Altan mı, ben miyim, yazarlar mı? Bunun sorgulanmaması için aydınların üzerine gidiyorlar ve söyledikleri şey şu: Bizi eleştirmeyeceksiniz.
Dedi ki:
Böyle bir mahkeme, böyle bir hukuk olur mu? Benim düşüncelerim ya da herhangi bir insanın düşünceleri eleştirilebilir mi? Eleştirilir. Yargılanabilir mi? Yargılanamaz. Düşünce yargılanamaz! Sadece düşünceni değil, inancını sorguluyorlar. Soruyorlar: Neye inanıyorsun? Çünkü soracak başka bir şey yok. Bir eylem yok. Darbeyle bir ilişki olma ihtimali yok. Bir kanıt yok. Bütün bunların yerini bir konuşma alıyor. Bir tek cümleden dolayı, bir profesörü tutukladılar. Peki bu darbecileri devletin içine kim soktu? Bu darbecileri devletin içinde kim yükseltti. Bunun bir sorumlusu yok mu? Bunun sorumlusu aydınlar mı, yazarlar mı? Neden bunu sormuyorlar da, ben bu saatte buradan çıkıyorum, Mehmet Altan buradan Silivri’ye gidiyor? Korkuyorlar çünkü.
İstanbul’da gün ağırırken, Çağlayan Adliyesi’nin önünde Ahmet Altan’ın barış, demokrasi ve hukuk çağrısı böyleydi. Evet öyle. Korkmak yok, yılmak yok! Sonuna kadar hukuk ve demokrasiyi savunacağız!
***
Bu yazıyı yazdıktan birkaç saat sonra Yasemin Çongar aradı: "Ahmet Altan için yakalama kararı çıkmış... Bir gece bile evinde yatmasına tahammül edemediler, bu ne iştir." Söyleyecek söz bulamadım. Bunun adı hukuk değil guguk! Sevgili Ahmet'in dediği gibi: Bu ülke bizim, sonuna kadar hukuk ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Evet, aynen öyle. Bugünler de geçecek Ahmet kardeşim, Çetin Abi'nin deyişiyle enseyi karartmayalım.