Biri Bilal Erdoğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oğlu. Diğeri Hayrettin Karaman, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önemsediği, bazen danıştığı bir ilahiyatçı ve yazar, Yeni Şafak gazetesinde de köşesi var. Her ikisi de Batı'ya karşı. Her ikisi de laik Cumhuriyet'e karşı. Her ikisi de, 1923'te uygulanmaya başlayan Cumhuriyet projesi'ne karşı. Her ikisi de, Türkiye'nin Cumhuriyet projesi ile Batı tarafından tutsak alınmak istendiğine inanıyor. Bu nedenle her ikisi de, Türkiye'nin bu yoldan dönmesi, döndürülmesi gerektiğini savunuyor. Bu nedenle her ikisi de, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi, dindar ve kindar nesiller yetiştirilmesini istiyor. Bu nedenle, kökleri imam hatipli olan Bilal Erdoğan ve Hayrettin Karaman, eğitimin laiklik ile bağının tümüyle koparılmasından yana.
Bunun için her ikisi de, 'dindar ve kindar nesiller' yetiştirilmesi için eğitimin imam hatipleştirilmesi ve medreseleştirilmesi için çalışıyor. İkisinin de ortak bir hedefi var: Kökleri Osmanlı'ya giden Batılılaşma ya da modernleşme sürecini tümüyle tersine çevirmek ve laik Cumhuriyet'ten intikam almak... Bu açılardan, Bilal Erdoğan'la Hayrettin Karaman'ın son günlerde ilginç sözleri var. İstanbul’un Okmeydanı'nda, Okçuluk Araştırmaları Enstitüsü’nün açılışını yapan Bilal Erdoğan bakın neler demiş:
Her ikisi de dindar ve kindar nesiller yetiştirilmesini istiyor
Bizi tutsak edemeyenler, bağımsızlığımızı elimizden alamayanlar, bizi başka şekillerde tutsak etmeye çalışmışlar. "Acaba ben bu milleti kafalarda, ayaklarda, yaşam tarzlarında tutsak edebilir miyim" demişler. Bizi kültürleriyle tutsak etmeye çalıştılar. Müziklerinden yemeklerine, kıyafetlerine, bütün yaşam tarzlarına kadar. Türkiye’de yıllarca müzik derslerinde blok flüt çalınmasının sebebi basit bir şey değildir. Veyahut da beden eğitim derslerinde ritmik jimnastiğin öne çıkarılmasının sebebi basit bir şey değildir. Buralarda bizim kendi sporlarımızın, müziklerimizin, müzik enstrümanlarımızın, kendi kültürel öğelerimizin yer alması demek, bir milletin bağımsızlığının gerçek manada korunması, sahiplenilmesi demektir.
Hayrettin Karaman'a gelince... O da son yazılarından birinde 'millet'i değil, 'ümmet'i savunuyor. 'Üniter devlet'e karşı çıkıyor. Milliyetçiliği aşmak için "İslam'ın ipine sarılmak gerektiği"ni savunuyor. Laikliği, demokrasiyi boşluyor. Yeni Şafak'taki 22 Ekim 2017 tarihli yazısındaki şu satırları ilginç:
İkisinin de ortak bir hedefi var; laik Cumhuriyet'ten intikam almak...
Şartlar müsait olduğunda ümmetin bir tek devleti olacak ve bütün Müslümanlar da bu devletin teb’ası olacaklardır. Defalarca ifade ettiğimiz gibi İslam devleti yalnızca Müslümanların devleti değildir, gayr-i Müslimler de kabul ettikleri takdirde basit bir vergi ödeyerek ve statülerini koruyarak bu devletin vatandaşları olur ve temel insan haklarına sahip bulunurlar. Şartlar müsait olmadığında birden fazla İslam devletinin meşru olup olmadığı tartışılmıştır. Dinden delil devşirerek bağımsız devletlerle ümmeti bölmeye uğraşanların yanlış yolda oldukları düşüncemi tekrarlıyorum.
Durum böyle. Biri, Cumhurbaşkanı'nın oğlu. Diğeri, gayri resmi danışmanı. İkisi de, Cumhurbaşkanı'nın dindar ve kindar nesil projesine gönül vermiş kişiler. Murat Belge'nin T24'teki son yazısında belirttiği gibi: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne, gerilimin bu kadarını kaldıracak ölçüde güçlü bir toplum olmadı. Bu gidişin sonu hiç sevimli görünmüyor.