Kopenhag'tan yazıyorum bu satırları. Geçen hafta yazılarıma bir süre ara vermiş, kafamı biraz toplamak, belki biraz boşaltmak için kendi başıma seyahate çıkmıştım. Ama yine yapamadım. Afrin harekatı başladı. Üstelik barışın simgesi olan zeytin dalı bir askeri operasyona verilerek... İçim acıdı. 1974 Kıbrıs'ı hatırladım. O savaşa da barış harekatı adı takılmıştı. Siyaset kurumunun, medyanın savaş çığırtkanlığı içler acısıydı. Bunun adı savaştı. İnsanlar ölmeye başlamıştı. Siyaset kurumu ve basın kendinden geçmiş, hep birlikte savaşı savunuyordu. Üç dört gün tuttum kendimi, yazı yazmadım. Afrin harekatı başlamadan savaşa neden karşı olduğumu yazmış, başlığını da şöyle koymuştum:
Afrin'e de girin, Kandil'i de dağıtın, darağaçları da kurun değişen bir şey olmaz!
Çare, Kürt sorununun barışçıl yollardan çözülmesidir. Bir başka deyişle çare, bugüne kadar yapılmayanları yapmaktır
Şöyle devam etmiştim:
Eğer derine giden bir sorunun varsa... Ve sen bu oyunu ; çözümsüz bırakıyorsan... Ya da soruna hatalı yaklaşıyorsan... Bu durumda başkaları seni rahat bırakmaz, o soruna parmağını sokar, karıştırır, seni sıkıştırır, seni güçsüzleştirmeye çalışır. Sen istediğin kadar bağır. Böyle dostluk olur mu, diye bağır. Müttefikliğe sığar mı bu, diye bağır. Değişen bir şey olmaz. Eğer sen oyunu baştan hatalı kurmuşsan, başın beladan kurtulmaz. Eğer baştan beri elinde sadece bir çekiç varsa, karşındaki her şeyi çivi gibi görüyorsan, işin işinden çıkamazsın. Eğer baştan beri, senden farklı düşünen kim varsa, onu hain, düşman, terörist diye yaftalıyorsan sorun büyür. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri bu çıkmazı yaşıyor. Üstelik bu çıkmaz yıllar geçtikçe daha da kanlı bir hal alıyor. Realite budur. Afrin'i de darmaduman etsen... Bütün Rojova'yı da işgal etsen... Kandil'i de dağıtsan... Darağaçları da kursan... Bu realite değişmeyecektir. Cumhuriyet tarihimiz kanlı Kürt isyanları ile geçmiştir. Dersim gibi kıyımlarla geçmiştir. İdam sehpaları ile geçmiştir. Diyarbakır askeri cezaevi gibi işkencehaneler ile geçmiştir. Faili meçhul cinayetlerle geçmiştir. Ama sorun çözülmemiştir. Realite durduğu yerde durmaktadır. Çünkü devlet aynı devlettir. Elde sopa, sorunu çözeceğini sanmaktadır. Kürt siyasal hareketini, HDP'yi ezerek, neredeyse HDP'li herkesi hapse atarak, siyasal kırım yaparak sorunu çözeceğini sanıyor. Ne yazık! Oysa çözüm barıştan geçiyor. Demokrasiden geçiyor. Kürtlere eşit vatandaşlık haklarından geçiyor. Yoksa ne yaparsanız yapın, Afrin'e de girin, Kandil'e de çıkın, darağaçları da kurun değişen bir şey olmaz. Türk devletine demokrasiyi getirmedikçe, hukuku getirmedikçe, Türkiye'nin makus talihi yenilemez.
Evet, savaşa karşıyım! Afrin harekatı belki Erdoğan'a seçim kazandırır ama Türkiye'nin iyiliğine olmaz, Türkiye'nin çıkmazını derinleştirir. Çare savaş değil, barıştır. Çare demokrasidir. Çare, Kürt sorununun barışçıl yollardan çözülmesidir. Bir başka deyişle çare, bugüne kadar yapılmayanları yapmaktır. Bu satırları Kopenhag'dan yazıyorum. Yazmayacaktım. Ama sevgili meslektaşım Nurcan Baysal'ın Diyarbakır'da dün gece vakti kapısı kırılarak gözaltına alındığı haberini duyunca, savaşa neden karşı olduğumun altını bir kez daha çizmek gereğini duydum.