Meclis Başkanı İsmail Kahraman... Anlaşılan onca yıl sonra içi hâlâ dolu. Nefret ateşi hâlâ sönmemiş içinde. Anlaşılan o ki, 1960’ların kanlı sağ-sol kavgaları bugün bile İsmail Kahraman’ın iç aleminde canlılığını koruyor. Böyle olmasa, Che Guevara’yı katil kişilik ilan etmezdi. Böyle olmasa, ona eşkiya demezdi. Böyle olmasa, genç insanların giydiği Che Guevara tişörtlerine karışmazdı. Anlaşılan, o kanlı geçmişin ruhları İsmail Kahraman’ı hâlâ rahatsız ediyor. Belki de ‘Kanlı Pazar’ı unutamadığı için öyle. Tarih, 16 Şubat 1969. Taksim’de Amerikan 6. Filosu’na dönük protesto mitingi. İslamcı basın ve örgütler, kısa adı MTTB olan Milli Türk Talebe Birliği’nin öncülüğünde organize olur. Solcu, devrimci gençler tarafından düzenlenen protesto mitingine karşı günlerce kışkırtıcı yayınlar yapılır, toplantılar düzenlenir, komünistlere ölüm diye... Miting günü Dolmabahçe’de sağcıların, İslamcıların cihad namazı vardır. Taksim parkında da önce toplu namaz kılınır, sonra solcuların üstüne saldırıya geçilir, taş sopa ve bıçaklarla... Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan bıçaklanarak öldürülür. Sağcı ve İslamcılar saldırı sırasında birbirlerini tanımak için kollarına mavi kurdela takarlar. Bu kurdelaların dağıtıldığı yer, Milli Türk Talebe Birliği binasıdır. Bugün hâlâ tam aydınlanmamış olan Kanlı Pazar’la Milli Türk Talebe Birliği arasındaki bazı karanlık ilintiler hafızalardaki yerini koruyor.
Anlaşılan 15 Temmuz gerçek bir demokrasi uzlaşması yerine, bambaşka bir rejimin, antidemokratik, antilaik bir rejimin fırsat kapısı olarak kullanılacak
Bu satırları yazıyorum, çünkü bugünün TBMM Başkanı İsmail Kahraman, o dönemin MTTB yöneticisiydi. Bu satırları yazıyorum, çünkü Kanlı Pazar’ı yaşayan devrimci gençler Taksim’de ‘Amerikan emperyalizmi’ni protesto ederken, Che Guevara posterleri de taşıyorlardı. Bu satırları yazıyorum, çünkü Kanlı Pazar’da taşlı sopalı bıçaklı saldırılara uğrayan solcu gençler, kolkola yürürken belki de Sonsuza dek ey Komandante Che Guevara şarkısını hep bir ağızdan söylüyorlardı.
O tarihi günlerden bu yana Yer etti içimize senin sevgin Parladığı yerde yiğitlik güneşin Ölüm bir çelenk kondurdu başına O aydınlık durur hâlâ Yürekleri saran ışıltısıyla Bağlıdır senin sevgili varlığına Komandante Che Guevara Vuruyorsun tarihin içinden Şanlı ve güçlü yumruğunla Bütün Santa Clara düşüp yollara Seni görmek isterken Gelirsin bahar güneşiyle Tutuşturduğun meltemle Gelirsin bayrağımızı dikmeye Ve bir ışık gülüşünde Devrim aşkıyla yanan yüreğin Götürür yeni bir hedefe seni Orda bekler hep birileri Kurtarsın diye güçlü ellerin Yolundayız hiç durmadan Birleşmiş seni izliyoruz Fidel'le birlikte bak söylüyoruz: Sonsuza dek ey Komandante Che Guevara!
Kendi hayallerinin peşinde kurulu düzene karşı, haksızlıklara karşı, adaletsizliklere karşı yürüyen, daha güzel bir dünya için varolan dünyaya meydan okuyan 1960’ların devrimci gençleri... Hayatı çok sevdikleri için değiştirmek istemişlerdi. Bunun için korkunç acılar yaşadılar, idam dahil çok büyük bedeller ödediler. Çoğu dimdik durdu ama... Deniz Gezmiş, “Che Guevara’nın yoluna inanıyorum” derdi. Eluard’ın dizeleri benim de ağzımdan düşmezdi:
Günleri ve mevsimleri hayallerimize göre yeniden yaratacağız!
Olmadı, hayallerimiz gerçek olmadı. Denir ya, her nesil kendi hatalarını yapar diye... Ama kimileri de hayatta hatasız olduğuna inanır. Galiba İsmail Kahraman da bunlardan biri. Yoksa, Kanlı Pazar’lardan bunca yıl sonra Che Guevara’ya hâlâ katil kişilik demezdi. Gençlerin ne giyeceklerine de, kızların ne giyeceklerine de, kızların etek boylarına da karışmazdı. Bugün hâlâ dindar anayasa peşinde koşmaz ya da anayasadan laikliği çıkarmak için uğraşmazdı. Belki de kimileri hayatta rövanşist duygu ve düşüncelerle yaşıyor, geçmişi bugüne taşımak hayaliyle... Çok tehlikeli bir yol. Tehlikeli çünkü siyaseti gitgide kutuplaştırıyor. Yüksek Mahkeme üyeleri yine Saray’ın ‘arka bahçesi’nden atanıyor. Sağlık Bakanlığı’na bağlanan askeri GATA hastanelerinden birine derhal Abdülhamid Han ismi veriliyor. Bu konu kapanmayacak, Türkiye’yi germeye devam edecek. Ve anlaşılan 15 Temmuz gerçek bir demokrasi uzlaşması yerine, bambaşka bir rejimin, antidemokratik, antilaik bir rejimin fırsat kapısı olarak kullanılacak. Buna dair o kadar çok işaret var ki.