Biat yolunda sıkılan vidalar
Başbakan Erdoğan, medyada vidaları sıkmaya devam ediyor. Kendine kul gibi biat etmiş bir medya yaratmanın peşinde. Bunun için de, kendisini hiç rahatsız etmeyecek, sadece sahibinin sesi olacak bir Rockefeller medyası görmek istiyor.
Kararlar Ankara'ya soruluyor
Haberciliğin, yorumculuğun nasıl yapılacağına dair, ne tür yorumlardan uzak durulmasına dair bitmek bilmeyen yönlendirmeler yapıyor iktidar odakları. Kimin nereye yönetici ya da kimin hangi köşeye yazar olacağı Ankara’ya soruluyor.
'Yandaş' bilinenlerden de bunalan var
AK Parti iktidarına çok yakın duran, bu yüzden yandaş diye de nitelenen bazı gazete ve kanallarda özellikle yönetici olarak çalışan meslektaşlarımın da, Ankara'dan müdahale gerçeğiyle iç içe yaşadıklarını ve bazen de bunaldıklarını biliyorum.
Böyle giderse medya patlar
Sadece sahibinin sesi olan ‘Rockefeller medyası’nın dönemi her demokraside olduğu gibi Türkiye’de de kapanacaktır. Ama bu yolda inat edilirse, medya patronları ‘durumdan vazife çıkarmaya devam ederler’se, Gezi Parkı gibi medya da bir süre sonra patlar!
Mesleğini bilen ve seven, vicdan sahibi, haysiyet sahibi gazeteciler için kötü bir dönem yaşanıyor, hatta işler zıvanadan çıkıyor diyebilirim.
Biliyorum yeni değil.
Ama vaziyet gitgide kötüleşiyor.
Neden mi? Sır değil, malum:
Başbakan Erdoğan vidaları her geçen gün sıkmaya devam ediyor. Kendine tümüyle boyun eğmiş, kul gibi biat etmiş bir medya yaratmanın peşinde.
Çatlak ses duymak istemiyor.
Bunun için de, kendisini hiç rahatsız etmeyecek, sadece sahibinin sesi olacak bir Rockefeller medyası görmek istiyor.
Bu çağda, bu kadar farklılaşmış, gelişmiş bir toplumda, tutkalı ancak demokrasi olabilecek bir ülkede bunun mümkün olamayacağını ise göremiyor. Böylesine bir cendereye sokmaya kalkışmanın Türkiye’yi patlatacağını - Gezi Direnişi’nin verdiği mesaja rağmen - anlayamıyor ne yazık ki...
Bu satırları yazarken gözüm televizyona ilişti. Partisinin grup toplantısında konuşuyor Tayyip Erdoğan.
Yıllar yılı askeri darbelere kılıf hazırlamış olan İç Hizmet Kanunu’nun ‘35. maddesi’nin değiştirileceğini söylüyor. ‘Demokrasi üzerindeki bir gölge’nin kaldırıldığını söylüyor.
İyi güzel.
Ama heyecan verici değil.
Çünkü, bugün artık demokrasinin üzerinde ‘asker’in değil, Erdoğan’ın kendi gölgesi var.
Çünkü, Erdoğan ‘demokrasiye asker freni’ni çekiyor ama yerine kendi ‘sivil freni’ni koyuyor.
İşte bunun içindir ki medyanın hazin, acıklı hallerinden, ‘gazeteci milleti’nin bugünkü mutsuzluğundan söz ediyorum.
Hafta başında NTV Tarih dergisi kapatıldı. Çünkü, matbaaya gönderilen ama basılmayan son sayısında Gezi Parkı direnişi kapak konusuydu.
35 bin satan, zarar etmeyen derginin Genel Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü’yle Cumhuriyet’te yıllar yılı birlikte çalışmıştık. Telefonda dertleştik, üzgündü tabii.
Gezi Parkı sırasında haberciliği protesto edilen NTV’de yaprak dökümü sürüyor. Yayın Grubu CEO’su Cem Aydın ‘özeleştiri’ de yapmasına rağmen kısa süre sonra görevinden ayrılmak durumunda kalmıştı. Birkaç gün önce de dergilerinden sorumlu gazeteci arkadaşım Genel Müdür Neyyire Özkan gruba veda etmek zorunda kaldı.
O kadar çok örnek var ki.
Murat Sabuncu dün T24’teki güzel yazısında bir döküm yaptı, uzun bir liste çıkardı. Skytürk360’ta Doğan Akın’la birlikte yaptıkları programına da son verilen Murat Sabuncu Akşam’da, Show TV’de, Yeni Şafak’ta, HaberTürk’te yaşananları, yeni atamaları, görevlerini bırakmak zorunda kalanları isim isim verdi. Sabah gazetesinde yıllardır Okur Temsilciliği yapan değerli meslektaşım ve dostum Yavuz Baydar'ın yazısının da çıkmadığını belirtti.
Sabah’taki Yavuz Baydar olayıyla ilgili olarak Radikal’deki yazısında Orhan Kemal Cengiz şunları yazmıştı:
"İçlerinde sevdiğim insanların da olduğu bir grubun, Başbakan’ın her yaptığını meşrulaştırmak için gösterdiği gayretleri içim burkularak izliyorum.
Biraz yavaşlayın lütfen.
Biraz sakinleşin.
Biraz durakladığınızda, Türkiye’de bazı gazetelerin Sovyetler Birliği’ndeki Pravda gazetesi gibi çıkmaya başladığını göreceksiniz. Bu gazetelerde vicdanlarının sesini dinleyen insanlar utanç verici yöntemlerle susturuluyorlar.
Daha geçen gün dünya sansür tarihine adımızı yazdıracak bir olay yaşadık. Sabah gazetesi, kendi ombudsmanı Yavuz Baydar’ın gazetenin Gezi Parkı yayınlarını eleştiren yazısını sansürledi. Bu da yetmedi, gazetenin genel yayın yönetmeni, Baydar’ı eleştiren bir ‘okur mektubu’nu köşesinde yayımladı. Bütün bunlarda ciddi bir sorun görmüyor musunuz gerçekten?"
Sorun çok ciddi.
Ama ne yazık ki görülmek istenmiyor. Sansür ve otosansür mekanizmaları fena halde çalıştırılıyor.
Gazete ve televizyon kanallarında haberciliğin nasıl yapılacağına dair (CNN Türk'teki penguen haberciliği gibi), ne tür yorumlardan uzak durulmasına dair, yayınların nasıl olmasına dair bitmek bilmeyen yönlendirmeler yapılıyor iktidar odakları tarafından. Kimin nereye yönetici ya da kimin hangi köşeye yazar olacağı konuları da Ankara’daki iktidar odaklarına soruluyor.
Yineliyorum, yeni değil bunlar.
Ama gitgide çoğalıyor, gazetecilik adına bu tatsız ve talihsiz örnekler…
AK Parti iktidarına çok yakın duran, bu yüzden yandaş diye de nitelenen bazı gazete ve kanallarda özellikle yönetici olarak çalışan meslektaşlarımın da, işaret ettiğim Ankara'dan müdahale gerçeğiyle iç içe yaşadıklarını ve bazen de bunaldıklarını biliyorum.
Şaşırtıcı değil.
Mesleğini seven, vicdanı ve haysiyeti olan gazeteci için en büyük kâbus sansür ve otosansür mekanizmalarıdır.
Haberi gazeteye konulmayan, haberi televizyonda verilmeyen gazeteci milleti mutsuzlaşır.
Neyi yazıp, neyi yazamayacağı ya da nasıl yazabileceği konusunda sürekli uyarılan, yazısı köşesine konulmayan yazar mutsuzlaşır.
Ve maalesef mutsuzların sayısı gittikçe kabarıyor medyada…
Bu böyle gitmez.
Bir yerde patlar.
Sadece sahibinin sesi olan ‘Rockefeller medyası’nın dönemi her demokraside olduğu gibi Türkiye’de de kapanacaktır.
Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Ama medya düzeni için bu yolda inat edilirse, medya patronları ‘durumdan vazife çıkarmaya devam ederler’se, kısacası bugünkü gibi giderse, Gezi Parkı gibi medya da bir süre sonra patlar!
Bu gerçeğin farkında mısınız Sayın Başbakan?..
Twitter: @HSNCML