İstanbul, 19 Ekim 1984Sabah vakti Cumhuriyet'teki odamda çalışıyorum.Sıkıyönetim'den telefon:
"Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Necip Torumtaysizi makamında bekliyor.""Hemen mi?""Derhal!"
Sıkıysa gitme...Arabaya atlayıp Selimiye Kışlası'nınyolunu tutuyorum. Ne olabilir?O günkü Cumhuriyet'in birinci sayfasında askeri kızdıracak birşey bulamıyorum. Hızla göz attığımköşe yazılarında da herhangi bir sıra dışılık yok. Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Torumtay nazik ama asıkyüzle karşılıyor. Masasının üstündebir gün önceki Cumhuriyet gazetesiaçılmış çarşaf gibi. Zılgıtın neredengeleceğini anlıyorum. Canı sıkkın bir üslupla konuşuyor:
Bu fotoğraflar hiç hoş değil. Gazetedeki bu fotoğraflar, Türk ordusunu bir işgal ordusuymuş gibigösteriyor. Sanki Mehmetçik oraları işgal etmişçesine bir hava verilmiş...
Rıza Ezer'in fotoğrafları çok güzel.Yazı işleri de hakkını vermiş fotoğrafların,iyi kullanmış. Cumhuriyet ofset baskıyayeni geçtiği için güzel siyah beyaz fotoğrafbasmaya dönük merakımız daha devam ediyor.
Kadın, ihtiyar, çoluk çocuk... Erkekler tek sıra meydanda toplanmış... Hepsinin elleri başlarının üstünde. Silahlı askerler tarafından çevrilmişler...Olmaz bu fotoğraflar!
Ama bunlar nihayet fotoğraf...Devam ediyor Torumtay Paşa:
Dış güçlere yarayacak fotoğraf çıkmasın.Haberleri filtreden, süzgeçten geçirin. Köy boşaltmaktan söz ediyorsunuz. Tehcir çağrışımı yapar bu haberler...
Torumtay Paşa'dan gazeteciliğinnasıl yapılması gerektiğini sabırla dinlemiştim. PKK'nın adı birkaç ay önceyaptığı ilk baskınlarla daha yeni duyuluyordu.Eruh ve Şemdinli baskınlarının tarihi15-16 Ağustos 1984'tü. Cumhuriyet tarihinde irili ufaklı 28 tane "Kürt isyanı" çıkmıştı.Sonuncusu 1938'deki Dersim İsyanı'ydı. Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla, adı resmenkonmasa da 29. isyan başlıyordu.PKK'nın Abdullah Öcalan tarafındankuruluşu 27 Kasım 1978'di.Asker de daha işin ciddiyetininpek o kadar farkında sayılmazdı.Nitekim, Güneydoğu'da görev yapanüst düzeyde bir komutan bana bir sohbetsırasında şöyle yakınmıştı:
Biz de terör örgütünü Özal'ın dediği gibi "üç buçuk eşkıya" gibi görerek başladık işe. Oysa yılanın başı hemen ezilmeliydi, göremedik.
Tedirgindi asker de. Genelkurmay'da Güneydoğu konusunda Başbakan Özal'akarşı kuşku besleniyordu. Özal'ın işiucundan tuttuğu görüşü yaygındı. Buarada PKK eylemleri sıklaşıyordu.Ekim ayının ilk haftasında, üstelik Cumhurbaşkanı Evren Güneydoğu'da inceleme gezisi yaparkenŞemdinli'de pusu kurup bir subayı,bir astsubayı ve bir eri şehit etmişti PKK.
Genelkurmay İstihbarat DaireBaşkanı Koramiral Beyazıt: "Gerekirsebütün gazeteler kapatılır."
1984 yılı Ekim ayının başlarındaHakkâri'nin Şemdinli ve Çukurca ilçelerinde askerî operasyonlar başlatılmıştı.Dış basında haberler çıkıyordu,"Kürtler isyan etti, Türk ordusu bastırıyor" diye...Türk basınının operasyonu izleme tarzıda askeri kızdırmıştı. 12 Eylül askerîyönetimi, ANAP'ın kazandığı 1983 seçimleriyle resmen sona ermişti ama fiilen sürüyordu. Sıkıyönetim henüz kalkmamıştı.
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, Güneydoğu haberinden dolayı Milliyet ve Bulvar gazetelerini kapatmıştı.Genelkurmay'dan gelen haberler iç açıcı değildi. Küplere binmişlerdi. "Basın özgürlüğü bu işte! Ama bu isebugünleri de ararlar" diye duyumlarulaşıyordu bana. Selimiye Kışlası'nda fırçayı yediğim gün Ankara'da, GenelkurmayBaşkanlığı'nda da basına brifing, bizim deyişle "toplu fırça toplantısı" yapılıyordu. İstihbarat Dairesi Başkanı Koramiral Vural Beyazıt'ın mesajları askerin "psikolojik savaş" için düğmeye bastığını gösteriyordu:"Gerekirse bütün gazeteler kapatılır!""Yayımlanan fotoğraflar,Huzur Operasyonu'na aykırı.Sanki vatandaşlara zulüm varmış gibibir hava yaratılıyor. Bu fotoğraflar karşıtarafı güçlendirmek için yayımlanıyor.Böyle haber ve fotoğraflar çıkar mı?Sonra, bilgili muhabirlerinizi gönderin.""Yok Barzani, yok Talabani.Birleşmişler, ayrılmışlar. Neler olduğunuSıkıyönetim açıklıyor, oradan alın.""Köy boşaltmak yok, nereden çıkarıyorsunuz bunları?""Askerî bir harekât yapıyoruz.Bizim karşımızda Kürt toplumu yok.Dış güçler tarafından kışkırtılan,Marksist-Leninist eşkıyanındevlet otoritesini sarsmayayönelik hareketi var.""Kürt deyimi de onlara ait, bize değil.""Sizin haberleriniz bizim Kürtkaynaklarımızı kurutuyor."
Bu Genelkurmay brifinginin ertesi günü de Diyarbakır 7. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan gazetelerebir bildiri geçilmişti. Bölgede gazeteciliğinnasıl yapılacağının tarif edildiği bir duyuruydu bu. İki noktası ilginçti:
(1) Olay bölgesinde çekilen fotoğraflar değişik anlamlara gelmeyecek nitelikteolacak. Örneğin bazı gazetelerde "iki üç yaşlı kadın etrafında askerler, meydanda toplu halde arama yapılırken askerlerin görülmesi gibi" fotoğraflarkullanılmayacak.(2) Haberlerde "sınırı geçme konusu"diye bir laf edilmeyecek. Ayrıcaköyün boşaltılması konusu var. Hiçbir köy boşaltılmamıştır.
Birkaç gün sonra da, 25 Ekim 1984'tebu kez Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı gazetelerin Ankara bürolarınaşöyle bir tebligat yapıyordu:
Güneydoğu'daki operasyonlarla ilgili haberlerin verilmesinde güvenlikkuvvetlerine karşı yapılan öldürme,yaralama, saldırı, baskın gibi olaylarGenelkurmay Başkanlığı'nın müsaadesi ve resmî açıklamalarına göre yapılacaktır.Genelkurmay Başkanlığı'nın resmî açıklamalarının haricine kesinlikle çıkılmayacaktır.
Biz de basın olarak 1984 yılında henüzfarkında değildik, Türkiye'nin ne kadargüç bir döneme girmiş olduğunun.Bu gerçek siyaset kurumu ve asker için de geçerliydi. Önümüzü göremiyorduk.Devlet dahil kimse yaklaşan belakonusunda hazırlıklı sayılmazdı.
Yeşilyurt'ta köylülerebok yedirme...
Günlüğümün sayfaları arasındadolaşıyorum, 32 yıl öncesi...İstanbul, 1989 yılı Ocak ayı.
Evdeyim, telefon:"Ne, bok mu yedirmişler?"Celal Başlangıç gece vakti Cizre'den arıyordu. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü'nün Güneydoğu gezisini Cumhuriyet adına izlemekte olan Celal... İdil'in girişinde köylülerkonvoyun yolunu kesmiş. O sıradaİdil'li bir avukat, Hasip Kaplan, Celal'in eline bir mahkeme dilekçesi sıkıştırmış.Celal de Cizre'ye gelince,gece vakti, İpek Yolu üstündeki bir kahvededilekçenin altında imzası olandört köylüyle buluşmuş, sonra da hemenGenel Yayın Müdürü'nü aramıştı:
"Hasan Abi galiba olay doğru. Jandarmahem dövmüş adamları, hem bok yedirmişler.""Celal emin misiniz?PKK'nın dezenformasyonuna gelmeyelim?Sen istersen, yarın köye kendin git.Köylülerle konuş, sonra beni ara."
Celal Başlangıç ertesi gün akşama doğruyeniden aradı. Cizre'nin Yeşilyurt köyünegitmiş, köylülerle konuşmuştu.İlginç bir tanık vardı. Diyanet'in köye atamışolduğu Konyalı imam.Köyün kendi beslediği imam gibi o dadışkı yedirme olayına tanık olmuştu.Jandarma ona arkasını döndürmüştü,olayı görmemesi için.Ama neyin olup bittiğini görmüş,Celal'e de anlatmıştı.
"Celal, PKK'lı mı bu köy?""Benim istihbaratıma göre değil.Ancak sempatizanlar vardır.Korkudan, şundan bundanyardımcı olmuş olabilirler.Kapalı olan köy okulunun camlarıköy çocukları tarafından kırılmış,içeri girilmiş. Buraya büyükleriniyapmış çocuklar...Yedirilen dışkılar da buradan alınmış."
Ertesi gün yazı işlerinde tartıştık konuyu.Ve yayımlamaya karar verdik.Konu her şeyden önce insan haklarıyla ilgiliydi. Biliyordum, Güneydoğu'da kelle koltukta görev yapan askerlerin, güvenlikgörevlilerinin "insan hakları" deyincetüylerinin nasıl diken diken olduğunu.O yüzden adım adım gidecektik.Önce Cumhuriyet'in birinci sayfasındaki köşeme köylülerin savcılığa verdikleri dilekçesini yorumsuz yayımlayacaktım.Olaya burasından girecek,sonra aşama aşama tarafların görüşlerinialarak büyütecektik haberi.Cumhuriyet'in birinci sayfasındaki köşemde,23 Ocak 1989 günü "Gerçek neyse ortayaçıksın!" başlığını taşıyan şu yazım yayımlandı:
Mardin'in Cizre ilçesinin Yeşilyurt köyünde 14 Ocak'ı 15 Ocak'a bağlayan geceyarısıneler yaşandı? Bu sorunun karşılığı tümçıplaklığıyla ortaya çıkarılmalıdır. Aşağıda, Cizre Cumhuriyet Savcılığı'na verilmiş birdilekçe var. Virgülüne bile dokunmadanaynen köşeme alıyorum:
Müşteki: Abdurrahman Müştak,Kâmil Müştak, Abdullah Gündoğan,Bahattin Müştak. Sanıklar: 14-15 Ocak1989 günü Yeşilyurt köyüne gelengüvenlik kuvvetleri. Suç: Efradasuimuamele, işkence.Olay:(1) 14-15 Ocak 1989 gecesisaat 02.00'de Cizre'ye bağlı Yeşilyurtköyümüz, jandarma, komando, özel timve diğer güvenlik güçlerince sarılmıştır.Sabaha doğru köy yakınında bir eşek veiki sıpa karaltı olarak görülmüştür.Açılan ateş üzerine eşek yaralanmıştır.(2) Köye giren güvenlik görevlileri iseköyden üç kişinin kaçtığını söyleyerek,tüm köylüleri kadın erkek bir arayatoplamışlardır. Evler aranmış, hiçbir suçunsuru bulunmamıştır. Kadınların tek tekağızları açılarak bakılmış, üstleri aranmış,tüm erkekler yüzükoyun yere yatırılmıştır.Burada sürekli olarak siz PKK'yı besliyorsunuz,düşmansınız, bu köyü yıkacağız diyerek hertürlü küfür edilmiştir. Yeşilyurt köyü merkezolup, Kömürlü, üç tane Üzümlü, Fıstıklı,Yukarıçeşme ve Aşağıçeşme mezraları vardır.Bu mezralardaki göçebelerin iki gün içindeterk edilmesini muhtara emir vermiştir. Köymuhtarına sen devletin değil, PKK'nın muhtarısındenilmiş, yere yatırılan köylünün sırtında, kardakışta saatlerce güvenlik güçleri gezmiş,kaba dayak atılmıştır.(3) Muhtar Abdurrahman Müştak, amcasıKâmil Müştak, Abdullah Gündoğan veBahattin Müştak soruşturmaya alınmış,saatlerce dayak atılarak yaralanmışlardır.(4) Çevreden insan pisliği toplatılarak muhtarın amcası Kâmil Müştak'a zorla, tek tek yaşlı gençdemeden pislik ağızlarına verilmiştir. Daha sonrabu insan pisliğini Kâmil Müştak'ın oğlu BahattinMüştak'a zorlan babasının ağzına verilmiştir. Yaşlı olan Kâmil Müştak, Abdurrahman Müştak,Abdullah Gündoğan yaralanmış.(5) 15 Ocak günü köylü bırakılmamış, şikâyetetmeleri önlenmiş, Kâmil Müştak ve Ahmet Kayayalınayak karda yedi kilometre ötedeki Cizre ilçesine götürülmüştür. (6) Köyde hiçbir suç unsuru bulunmadığı halde,her türlü aşağılık, yakışıksız ve yasalara aykırıolarak bize suimuamelede bulunulmuş, işkence yapılmıştır. 16 Ocak 1989.
Gerçek neyse derhal ve tüm çıplaklığıyla ortayaçıkarılmalıdır. Canım şimdilik başka bir şey yazmak istemiyor.
Cumhuriyet'te çıkan bu yazımla birliktekıyamet koptu. Kopacağını zatenbekliyorduk. Devlet ve hükûmet kaynaklarıtarafından "PKK'ya alet olmak"la, "maksatlıyayın yapmak"la, "asılsız iddialar yaymak"lasuçlandık. Olay büyümeye, haberleşmeye başladı. Yalnız Cumhuriyet'in değil ötekigazetelerin de manşetlerine tırmandı.Dış basın devreye girdi. Bu tarihte Kenan EvrenCumhurbaşkanı, Turgut Özal Başbakan, MesutYılmaz Dışişleri Bakanı'ydı. Evren'in 1989 yılıŞubat ayı sonunda Hindistan'a yaptığı dış geziyiizliyordum. Heyette Mesut Yılmaz da vardı. Diyarbakır'daki Olağanüstü Hal Bölge ValisiHayri Kozakçıoğlu Millî Güvenlik Kurulu toplantısında bilgi verirken, "Yok böyle bir şey, 'Size bok yediririm!' demiş, hepsi o kadar..." Yılmaz buna inanıyordu. Başbakan Özal ise dışkıyedirme olayının gerçek olduğunu biliyordu. Birkaç gün sonra da Özal'ın ağzından "Evet doğru,dışkı yedirdiler!" manşeti Güneş gazetesinde patlamıştı. Aradan beş yıl daha geçti.17 Eylül 1993'te Sabah gazetesindebir haber çıktı:
Türk hükûmeti, Cizre'nin Yeşilyurt köyüne1989 yılında düzenlenen operasyonda, Binbaşı Cafer Tayyar Çağlayan'ın zorla 'dışkı yedirdiği' dört köylüye tazminat ödenmesini kabul etti. 1989 yılında ortaya çıkan işkence olayının ardından yargılanan Binbaşı Çağlayan suçlu bulunarak (ama dışkı yedirmeden dolayı değil, dayak ve kötü muameleden dolayı, HC) 12 ay hapse mahkûm olmuştu.Cezası paraya çevrilip tecil edilince dört köylü, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na gittiler. Komisyon, Yeşilyurtlu köylülerin başvurusunu kabul edip Türk hükûmetiyle dostane çözüm bulunmasını istedi. Türkiye,dışkı yedirilen köylülere 200'er milyon liratazminat ödemeyi önerdi. Köylülerin avukatıHasip Kaplan ise tazminatın kişi başınabirer milyar lira olmasını istedi. Kaplan tekrar komisyona başvurdu. Komisyon şimdidosyayı bir raporla İnsan Hakları Avrupa Divanı'na sevk edecek. Buradan çıkacakkarara Türkiye uymak zorunda..."Beş yılın kısa öyküsü böyle.
Kürt sorunu notlarıdevam edecek.
Kürt sorunu notları 1 | Gare katliamı... PKK'yı suçluyorum, kınıyorum, iktidarı da sorumlu tutuyorum ve silahlar artık susmalı diyorum Kürt sorunu notları 2 | Gönül ister ki kardeşçe yaşansın! Kürt sorunu notları 3 | İŞKENCE... "Genç olsam dağa çıkardım!" Kürt sorunu notları 4 | Yaşamak için ille de acı mı çekmek gerekiyor? Kürt sorunu notları 5 | 1993 Nisan ayı, Bekaa'da Apo'yla sohbet: "Silahlı mücadeleyle her iki taraf da kesin bir üstünlük sağlayamaz" Kürt sorunu notları 6 | 1930'lar Türkiye'sinden: "Kürtçe konuşma, jandarma gelir!" |