Çok sevgili bir dost daha, Güngör Uras bizi bıraktı, bir başka diyara göç etti gitti. Biraz daha yalnızlaştım. Yıllar ilerledikçe dostlar gidiyor. Senden de yerine koyamayacağın bir parçayı alıp götürüyorlar. Eksiliyorsun. Yapabileceğin bir şey yok. Hayat böyle, acımasız. Bir varsın, bir yoksun kardeşim. Farkındayım, bu cümleyi son yıllarda ne kadar çok yazmaya başladım, bir başka aleme gidenlerin arkasından... Fena olan bir şey daha var. Yaşlandıkça zaman yavaşlamıyor, tersine hızlanıyor. Ve acı olan, önünde gelecekten çok geçmiş kalıyor. Hatıralarla yalnız başına yaşıyorsun. Yaşlanmak, ihtiyarlamak hiç öyle kolay değil. Hayata tutunmak için kavga kimileri için hayat boyu devam ediyor. Hayatla didişmek onlar için bir hayat tarzı haline geliyor. Belki de hayatla sürekli didişmek onları özgürleştiriyor, ayakta tutuyor. Kendilerini bırakırlarsa, görünmez adam olacaklarına, hayatta kaybolacaklarına inanıyorlar.
Sevgili Güngör Abi de öyleydi. Çok çalışkandı, üretkendi. Kendi kavgasını elden bırakmadı. Yazılarıydı, kitaplarıydı, televizyon programlarıydı onu hayata bağlayan, ayakta tutan... Son güne kadar yazdı. Amerikan Hastanesi'ndeki odasına ne zaman uğrasam, bilgisayarının başındaydı. Mum gibi eriyordu. Ama yazıyordu. Her tarafından makinalara, kablolara bağlıydı. Ama yazıyordu. Zorlukla konuşuyordu. Ama yazıyı bırakmıyordu. Milliyet'teki köşesini dolduruyordu. Güngör Abi'nin bu hali, mesleğinde 75. yılını kutlamış emektar bir gazeteciyle yapılmış röportajı anımsattı bana. İngiliz Daily Telegraph gazetesinde okumuştum. Yazının içinde bir de siyah beyaz fotoğrafı vardı, trende pencere kenarına oturmuş yazısını yazarken. Kutlama yemeğinde, “93 yaşına geldin, hâlâ ne diye her sabah bilgisayarını açıp karşısına oturuyorsun?” diye sorar meslektaşları, yanıt bir şiirle gelir:
Uyan evlat, yolculuk bitince uyumak için fazlasıyla vaktin olacak.
Hayat yaşandıkça, birtakım köşeler düzeliyor, sivrilikler yumuşuyor...
Ah Güngör Abi. Elimi uzatınca dokunabileceğim bir dost daha çekti gitti. Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi. Bodrum'dan, New York'tan, Boğaz'dan, Bebek'ten, Florida South Beach'ten, Sabah'tan, Milliyet'ten, St. Paul de Vance'dan, Ece'nin dükkanından çıkıp çıkıp geliyor ortak anılarımız... Şunu da kayda geçirmeme bir itirazın olmaz sanırım: Hayatın güzel taraflarını da yaşadık. Ama epeyce kavga da etmiştik. Galiba benim gibi sen de çok inatçıydın. Ama hayat yaşandıkça, birtakım köşeler düzeliyor, sivrilikler yumuşuyor. Ve ilişkilerde eski hukuk varsa, kavgalara rağmen dostluklar ayakta kalıyor. Birbirimize kızıp ilişkilerimizi dinlenmeye çektiğimiz dönemler de olmuştu. Ama her seferinde, hayatta senin her şeyin olan sevgili karın Nuran araya girer, ilişkilerimizi tekrar örerdi. Nuran Uras, benim en eski arkadaşlarımdan biri, 1961'de Mülkiye'ye, Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne birlikte girmiştik. Güngör Abi'nin hastane odasına en son geçen cuma günü uğramıştım. Konuşamadık. Öylece bakıştık. Yazıları birkaç gün önce kesmişti. Milliyet'teki köşesinde tatil duyurusu yapılmıştı. Ahmet Altan'ın romanındaki o cümle aklıma geldi, gözlerim doldu.
Yazı yazamayan her yazar ölüdür zaten...
Rahat uyu Güngör Abi, seni çok özleyeceğimi bil.