Diş ameliyatı oldum, yüzümün bir tarafı davul gibi şiş, morardıkça morarıyor. Ağrı sızı... Aldığım antibiyotik ve ağrı kesicilerden dolayı dağılmış durumdayım. Her seferinde Doğan Akın’a telefon: “Bugün yazı yok!” Televizyonu açıyorum. Karşımda, Tayyip Erdoğan! Mutlaka vücut kimyamı bozan bir şey söylüyor. Derhal oturuyorum yazıya. İnternet gazetesinin bir kolaylığı var. Yazıya istediğin saatte oturuyorsun. İster gece yarısı, ister sabahın köründe yaz yazını, bir tıkla gönder, yarım saat sonra T24’ün manşetindesin. Gazete, yazılı basın böyle değildir. İstediğin zaman yazamazsın öyle. İlle de baskı saatine yetiştirmen gerekir, gecikirsen yazını koymazlar, ertesi güne kalır. Yazılı basında tiraj düşüşünün bir nedeni de bu. İnternetin hızıyla yarışması olanaksız. Ama yazı konum bu değil.
‘Tarihi an’mış?.. Neden ki?.. Ne değişti ki tarihi an olsun?.. Davutoğlu gitti, Yıldırım geldi! Tarihi an bu mu? Güldürmeyin insanı
Lafı uzatıyorum, belki de yaşlanmakta olduğum için... Dün de öyle oldu. Doğan’a telefon: “Bugün yazı yok, diş vaziyetlerinden dolayı...” Televizyonu açıyorum. Ömer Çelik konuşuyor. ‘Tarihi bir an’dan söz ediyor: Binali Yıldırım’ın Davutoğlu’nun yerine gelmesi... Alkış kıyamet, salon inliyor. Binali Yıldırım kürsüde, konuşmasına bir Temel fıkrası ile başlıyor. Gülüşmelerle birlikte alkış kopuyor. Sonra televizyon kanallarında yorumcuları dinliyorum. Hiç çatlak ses yok. Tüm yorumcular ‘tarihi an’dan dem vuruyor. Temel fıkrası yüzünden Binali Yıldırım’ın nüktedan kişiliğinin siyaseti yumuşatacağını, diyalog kapılarını açacağını belirtenler bile var. Vücut kimyam ufak ufak bozulmaya başlıyor. Bir tek Abdülkadir Selvi’nin bir cümlesi, meselenin bam teline dokunuyor: “Kaptanlık koltuğunda her zaman Erdoğan oturdu, oturmaya devam edecek!” Bu memlekette soru ve sorun burada düğümleniyor. ‘Erdoğan gerçeği’ni ıskalayarak, gözardı ederek yorumculuk havada kalıyor.
Yıldırım’ın nüktedanlığı, ‘uzlaşma kültürü’ne katkı yapabilirmiş... Saray’daki Sultan varken ne yumuşaması?.. Kafayı mı yediniz?..
Yazıya oturuyorum yine. ‘Tarihi an’mış?.. Neden ki?.. Ne değişti ki tarihi an olsun?.. Davutoğlu gitti, Yıldırım geldi! Tarihi an bu mu? Güldürmeyin insanı. Binali Yıldırım’ın ilk siyasi mesajı, terörle mücadele olmuş, bu da çok önemliymiş... Allah Allah, sahi mi? Yahu dalga mı geçiyorsunuz, başka ne diyecekti ki?.. Temel fıkrası ile konuşmasına başlaması, Binali Yıldırım’ın nüktedan kişiliğini gösteriyormuş... Ee, ne olacak? Yıldırım’ın mizah duygusu, bizim siyaseti yumuşatabilirmiş... Allah Allah! Hatta diyalog kapılarını açabilirmiş. Daha fazlası kulağıma çalınıyor: Binali Yıldırım’ın nüktedanlığı, espri anlayışı bizim siyasette ‘uzlaşma kültürü’ne katkı da yapabilirmiş... Allahım sen koru aklımı, diyorum kendi kendime. Saray’daki Sultan varken ne yumuşaması?.. Ne diyaloğu?.. Hangi uzlaşma kültürü?.. Kafayı mı yediniz?.. Saray’daki Sultan varken, ne yumuşama, ne uzlaşma, ne de diyalog olabilir. Bir tek Sultan’a biat olur, o kadar. Bir tek o kelle alır, kelle verir! Binali Yıldırım törenine ilişkin yorumları televizyon kanallarında izlerken, bir kez daha söyleniyorum kendi kendime. Gerçeklerden bu kadar kopuk, içi bomboş büyük büyük laflara hiç bugünkü kadar tanık olmadım. Erdoğan ve iktidarıyla ilgili gerçekler söylenemeyince, medyanın haber merkezlerindeki korku iklimi bu kadar kesif hâl alınca, medya patronları ‘korku imparatorluğu’nun altına ezilince işte böyle oluyor. Binali Yıldırım’ın nüktedan kişiliğiyle siyasette yumuşama, diyalog ve uzlaşma arasında bağlar kurulabiliyor. Veyahut: Davutoğlu-Yıldırım değişikliği tarihi bir an diye yorumlanabiliyor. Bütün bunlar ne kadar hazin medya adına. Biri de çıkıp diyemiyor ki: Ha Ali Veli, ha Veli Ali! Diyemiyor, çünkü korku dağları bekliyor.