Sıcak boğucu.Yaprak kımıldamıyor.Sabah vakti denizin tuhaf sessizliğini arasıra cır cır böcekleri bozuyor.Denizin kıyısında kendi başıma oturuyorum, dalıyorum.Ruh hallerim Can Yücel'in şiiriyle uyumlu:
Bazen hayat yorar insanı...Şarkılar yorar,Beklemek yorar,Özlemek yorar,Affetmek yorar,Hoş görmek yorar,Boş vermek yorar.Ve insan susar...Herşeye ve herkese rağmen,Elinden gelen tek şeyi yapar,Bağıra bağıra susar.
Ben de bu sabah öyleyim,bağıra bağıra susuyorum.İçim dolu...Ama kağıda dökemiyorum içimdekileri.Şiir yazsam, roman yazsam, farklı bişey yapsam belki dökebilirdim.Ama yazamıyorum ki.Siyaset yazmakla da olmuyor.Ayrıca siyaset yazmaktan bıktım usandım.Hep aynı şeyler... Üstelik, yazsam da neyi değiştirebiliyorum ki,hiç bir şeyi... Neyse ki hala okuyabiliyorum.Elimde bir roman,Herkül Millas'ın Aile Mezarı... İçim burkularak okuyorum.
Bizim hatırladıklarımız buradadır.Küçükken gittiğim ilkokul, mahallem, yani çocukken sokaklarında oynadığım mahallem buradadır.İstanbul'dan bir gün gelecekbiz de ayrılacak mıyız, bilemiyorum.Ama bir gün olur da buradan ayrılırsakbaşka bir yerde yeniden bir vatana sahip olamayacağız.Vatanımızı terk etmiş olacağız;çıkıp gitmiş olacağız.İçimde bir ses, vatanın, istediğiniz yerdeve istediğimiz zamanda elde edebileceğimizbir şey olmadığını söylüyor.Vatan ne taşınabilir bir şeydir,ne de yeniden kurulabilir.Belki mezar da öyledir.Annem ebediyen Heybeli'nin toprağındakalacak ve varsın mezarının tam olarak nerede olduğunu bilmeyeyim.Aristos da Şişli mezarlığında olacak.Atina'da bir mezar, belli bir yaştan sonra satın aldığım bir yazlık ev gibidir.Baba evi başkadır.
Herkül Millas'ın romanını okurkenbaşka acıları hissetmeye,anlamaya çalışıyorum.Başkalarının acılarına dokunmak, o acıları yaşamak, ya da paylaşmak istiyorum.Sabahın köründe deniz kıyısındainsanoğlunun kendi eliyle yarattığı"cehennem"leri düşünüyorum.Şu günlerde siyasetçinin biri, "Ders kitaplarındanErmeni, Rum, Yahudikelimelerini silelim" demiş...Bu kafadan kurtulamıyoruz.Silsek ne olacak,yok mu olacaklar?Elbette hayır. Anadolu'daki bütün başka izleri yok etmeye, silmeye çalışmadık mı?Yok oldular mı, silindiler mi?Hayır.Kalplerimizi bütün farklılıklara kilitlemeye kalkıştık ama olmadı.Farklılıklar var olmaya devam etti.Bunu yalnız biz yaşamadık bu coğrafyada.Balkanlar'da, Avrupa'da, Amerika'da,hatta bütün dünyada "en güzeli benim milliyetçiliğimdir"zihniyeti, rengarenk farklılıklara kalpleri kilitledi. Böylece, "cennetin değil cehennemin yolları"na taş döşedik kendi ellerimizle...Oysa barış ve huzurancak farklılıkları tanıyarak,farklı olanı dışlamayarak, farklı olana tahammül ederek,farklı olana saygı göstererek çalabilirdi dünyanın, hayatın kapısını..Olmadı, yapamadık.Acılar bitmedi tükenmedi.Aile Mezarı romanınındaİstanbul Rumlarının acılarınıhissetmeye çalışıyorum.
Domna Samiu'nun Atina'nın Likavitostepesinde verdiği bir konsereikisi birlikte gittiklerinde bu fistanı giymişti.Güzel bir geceydi. Tepeden aşağıya yürürlerken,biraz önce dinlemiş olduklarıama eskiden de bildikleri şarkıyı mırıldanıyorlardı:
Yedikule ve Tarabya, Tatavla ve NihoriBu dört köy İstanbul'u süslerallahaısmarladık Meryem Ana, sohbet bittiBir rüyaydı unuttuk gitti.
(...)
Eskiden, yıllarca önce Heybeli'nin vapur iskelesine yakın kahvedeplian sandalyede yapmış olduğu gibiyeniden biraz olsun uyumayıne kadar isterdi. Bu düşüncelerle uyumak üzere yatağa uzandı. "Yarın mezara gidipvazoya çiçek koyacağım" diye düşündü.Ama çok yorgun hissediyordu.Sonra gözünün önüne İstanbul'da bırakmış olduğu mezarlar geldi.Annesinin, babasının mezarına artık kimse çiçek koyamayacaktı.