Evet, yazıma böyle başlamak istiyorum. Ağzından çıkanı kulağın duysun! Hani, çanak çömlek patladı derler ya. Aynen öyle. Artık sözün hükmü kalmadı. Havada öylesine sözcükler uçuşuyor ki, ne söylesen, ne desen boş. Laf uzamasın. KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı seçildikten sonra diyor ki: “Artık yavru vatan değil, kardeş ülkeyiz!” Vay sen misin bunu diyen. Saray’daki Sultan açmış ağzını yummuş gözünü. Bir araba dolusu laf ettikten sonra, anlaşılan, taşı gediğine oturttuğunu da sanmış: “Sayın Akıncı’nın ağzından çıkanı kulağının duyması lazım.” Akıl alır gibi değil. Bu kadarı hiç olmamıştı.
Erdoğan sanki sömürge valisi, edası öyle, başa kakan söylemi öyle!
KKTC’nin seçilmiş bir cumhurbaşkanına Ankara’dan, hele cumhurbaşkanı düzeyinde böylesine bir ses yükseldiğini hiç anımsamıyorum. Gerçekten akıl alır gibi değil. Devlet terbiyesini geçin. Terbiyenin hiçbir türlüsüne sığmayan bir hitap tarzı bu. Sayın Akıncı’ya da, onun temsil ettiği makama da, ona oy vermiş olan Kıbrıslı Türklere de hakaret! Aynen öyle, ha-ka-ret! Yıllar öncesine gidiyorum. Denktaş dönemi aklıma geliyor. O zamanlar KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’a fena halde kızan başbakanlar, cumhurbaşkanları olmuştu Ankara’da. Özal’ı, Demirel’i hatırlıyorum. Kıbrıs politikasından dolayı askerle oynayan, hiç bükülmeyen Denktaş’a arada bir kapalı kapılar arkasında veryansın ederler, “Bu adam kim oluyor da, Türkiye gibi koca bir ülkeyi burnundan tutup oynatabiliyor!” diye ağızlarına geleni söylerlerdi. Özal da, Demirel de bunu kapalı kapılar arkasında yapar, ama kamuoyu önünde rahmetli Denktaş’a dokunmazlardı. Asgari bir devlet terbiyesinin gereği buydu çünkü… Saray’daki Sultan böyle değil. KKTC’nin seçim sandığından daha yeni çıkmış Cumhurbaşkanı’nı, Mustafa Akınca’yı kamuoyu önünde paylıyor: “Ağzından çıkanı kulağın duysun!” Hazin.
2003, 2004 yılları gözümün önüne geliyor. Annan Planı gündemdeydi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adını taşıyan Kıbrıs’a ilişkin bu plan, zamanın KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’la Ankara’daki Denktaşgillerin korkulu rüyası haline gelmişti. Bu plan eğer KKTC’de kabul edilirse, Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakereleri başlayacaktı. İşte bu yüzden, Ankara’da askerle işbirliği içindeki Denktaşgiller, Annan Planı’nı KKTC’de reddettirmek için darbe tertipleri dahil -bakınız eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek günlükleri- ellerinden geleni yapacaklardı. Erdoğan o tarihlerde başbakandı. Dışışleri koltuğunda Gül vardı. Erdoğan-Gül ikilisinin o zamanki Kıbrıs politikaları, Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı gibi Kıbrıslı sol-sosyal demokrat liderlerin gözünde devrimci idi. KKTC’de önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı seçilecek olan Mehmet Ali Talat, Erdoğan-Gül ikilisi tarafından Denktaş’a karşı desteklenmişti. Sonunda, KKTC’de kazanan taraf Denktaşgiller olmamış, Annan planına ilişkin halkoylamasını kaybetmişlerdi. Bir başka deyişle: KKTC’yi son tahlilde Türkiye’nin bir parçası yapmak isteyen -ya da yavru vatan olarak sömürge tipi ilişkiye razı olan- rahmetli Rauf Denktaş’la, onun ‘çözümsüzlük çözümdür’ siyasetini benimseyen Derviş Eroğlu o tarihlerde istediklerini elde edememişlerdi. Türkiye ise bu sayede AB’den tarih alıp üyelik müzakerelerini başlatabilmişti.
Erdoğan’ınki terbiyenin hiçbir türlüsüne sığmayan bir hitap tarzı, Akıncı’ya oy vermiş olan Kıbrıslı Türklere de hakaret!
Yıllar geçti. Tayyip Erdoğan Ankara’da devletleşirken, Kıbrıs’ta Denktaş’laştı. KKTC’de demokrasiyi, barışı benimseyen ve yüzü AB’ye dönük ‘sol’dan giderek uzaklaştı. Bir zamanlar Denktaşgillerin sahip oldukları düşünce kalıpları Erdoğan iktidarına da damgasını vurdu. Erdoğan şu sözlerine bakın: “Yavru vatan olarak çalışmanın bir bedeli vardır. Bu ülke, Kuzey Kıbrıs’ta bir bedel ödemiştir. Hâlâ bu bedeli ödemeye devam etmektedir. Bizim yıllık yaptığımız yıllık ödeme 1 milyar dolar civarındadır. Uluslararası camiada Kuzey Kıbrıs’ın kavgasını veren kim? Sayın Akıncı bu kavgayı tek başına verebileceğini mi zannediyor? Onların baktığı açıdan biz Kuzey Kıbrıs’a bakamayız. Yavru vatandır, bundan sonra da yavru vatan olarak devam edecektir. Bir ananın yavruya olan ilgisi neyse aynı şekilde devam edecektir.” Erdoğan sanki sömürge valisi! Edası öyle, başa kakan söylemi öyle. Ne yazık.
Buna karşılık KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Erdoğan’a yanıtı sağduyuyu yansıtıyor:
Küçük bir toplum olabiliriz. Küçük bir toprak parçasında yaşıyor olabiliriz. Ama biz bir varlığız. Bu varlığın Türkiye tarafından da tanınmasını istiyoruz. Sanıyorum, bunda da anlaşılmayacak bir tutum yok. Bizi daha ilk günümüzden kimse yanlış yere oturtmasın. Karşınızda bir Türkiye düşmanı yoktur. Türkiye’nin esenliğini isteyen, çok daha demokratik, şeffaf, güçlü bir ülke, AB üyesi olmasını isteyen birisi var. Türkiye’nin Kıbrıs’la hem bir garantör ülke olarak, hem de yakın ilişki içinde olmasının önemini bilen biri var. Güney’le olan ilişkide de, -evet 10 yıl önce onlar hayır, biz evet dedik- ama günün sonunda yeni bir dönem başlıyor. Birbirimizi suçlayarak bir yere varamayız. Dolayısıyla yeni bir dönem başlıyor. Rumlara da bu fırsatı vermemiz lazım, hatalarını gözden geçirsinler.
Saray’daki Sultan acaba bu sözlerin altında yatanı anlayabilir mi? Ya da bu sözler işine gelir mi? İhtimal vermiyorum. Çünkü demokratik değerler, AB’nin bir barış projesi olarak temsil ettiği değerler çoktan beri onun umurunda bile değil. KKTC’ye dönük sömürge muamelesinin Kıbrıslı Türkleri Türkiye’den nasıl soğuttuğunu anlaması da, hissetmesi de imkansız. Yedi düvelle kavgalı olan Saray’daki Sultan, kendine şimdi de KKTC’de, Kıbrıs’ta yeni bir cephe açıyor. Ne denir, hayırlı olsun!