D_Masthead_970x250

Hrant Dink'ten: “Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim!”

Sevgili Hrant’ın bu sözüydü, yaşadığı acılardı, Erivan’da bir sabah vakti gün doğarken Soykırım Anıtı’nın önünde bana duygu fırtınası yaşatan...

Bugün Hrant Dink'in doğum günü.Bu akşam Uluslararası Hrant Dink Vakfı Ödülü veriliyor.Ben de Günlüğüm'den seçtiğim bazı sayfalarısevgili kardeşim Hrant'ın anısına köşeme alıyorum.

Erivan, 5 Eylül 2008.

Anımsıyorum, Hrant Dink bir keresinde,“Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim,” demişti.Belki de sevgili Hrant’ın bu sözüydü, yaşadığı acılardı, bunca yıl sonra hayatımda ilk kez beni Ermenistan’a getiren ve Erivan’da bir sabah vakti gün doğarken Soykırım Anıtı’nın önünde bana duygu fırtınası yaşatan...Ağrı Dağı, sislerin içindenkendini bir gösteriyor,bir kayboluyor.Hüzünlü bir görüntüsü var.Karlı zirvesiyle ne kadar soylu,ne kadar zarif.Elini uzatsan sankiyakalayabileceksin, ne kadar yakın...Ben Hrant’la baş başa,acıları düşünüyorum anıtın önünde.Acılara saygı göstermeyi...Başkalarının acılarını anlamayı...Ve acıları paylaşmayı düşünüyorum. Sabahın tuhaf sessizliğinde Hrant’la baş başayım.Bir de Rakel’in çığlığı kulağımda...Ermeni ulusunun ve kendisinin yaşadığı trajik acılar Hrant’ı fena halde olgunlaştırmıştı. O, vicdanının diliyle konuşmasını, yazmasını belki de bu sayede öğrendi.Herkes herkesten bir şeyler öğrenir. Ben de öğrendim Hrant’tan, hem yaşamında hem ölümünde...Tarihten kaçılamayacağını öğrendim. Sabahın tertemiz sessizliğinde, bir kez daha tarihi inkâr etmenin anlamsızlığını, ama aynı zamanda tarihin, acıların tutsağı haline gelmenin taşıdığı riskleri düşündüm, Hrant’la birlikte...Ve çok uzaklardan dayımın sesi:“Kökler kaybolmaz oğlum!”Dayım Çerkes, Gabardey’di.Ama Çerkesliğinden söz etmez, ‘kökler’in konuşulmasından hoşlanmadığını belli ederdi.Bizim ‘devlet korkusu’ydu bu.Ben bazen üstüne gidince, “Karıştırma bunları!” derdi. Ölümüne yakın, “Hasan oğlum, kökler kaybolmaz” demişti kulağıma...İnsanların kökleri, kök saldıkları topraklarıçok önemli. İnsanları dilinden, kimliğinden koparmak nasıl insanlığa karşı büyük bir suçsa köklerinden, topraklarından koparmak da o kadar büyük bir suçtur. Hele bunlara kulp takmak suçun ayrılmaz bir parçasıdır. Ermeniler yaşadı büyük acıyı. Anadolu’dan koparıldıklarında yaşadılar. 1915’de, 1916’da yaşadılar. Ve Anadolu hasretihiç dinmedi içlerinde...Türkler de yaşadı acıyı. Balkanlardan, Kafkaslardan koparıldıklarında yaşadılar acıyı, Anadolu’da savaş zamanı yaşadılar acıyı...Kürtler de yaşadı acıyı. Dilleri, kimlikleri inkâr edildiğinde, kendi topraklarında sürgün edildiklerinde yaşadılar acıyı.Acıları mukayese etmiyorum. Yanlış olur. Acılar karşılaştırılmaz. Hrant’ın sesi kulağımda: “Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim.” Hrant sessizce anlatıyor acısını

“Atalarımın başına gelenleri biliyorum. Buna kiminiz ‘katliam’, kiminiz ‘soykırım’, kiminiz ‘tehcir’, kiminiz ‘trajedi’ diyorsunuz. Atalarım da Anadolu deyimiyle ‘kıyım’ derdi. Bir devlet kendi yurttaşlarını, hem de savunmasızlarını, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden, kök saldığı ortamlardan söküp bilinmez bitmez yollara salıyorsa, bunun sonucunda da bir halk büyük bir bölümüyle yok oluyorsa, bugün bizlerin bu durumu izah edecek kelimeleri tercih etme kıvranışımız, insan olma özelliğimizin hangi vasfıyla izah edilebilir? ‘Buna soykırım mı desek, göç mü desek?’ diye cambazlıklar yapacaksak, her ikisini de aynı ölçüde mahkûm edemeyeceksek, soykırım yerine tehciri ya da tehcir yerine soykırımı tercih etmekle, insan oluşumuzla ilgili onurun hangi parçasınıkurtarmış olacağız?”

Acıları ille de bazı parantezlere almak, ille de kategorize etmek şart mı?Elbette önemsiz değil bu.Ama ille de gerektiğini sanmıyorum. Özellikle Türkler ve Ermeniler, Türkiye ve Ermenistan ve de Ermeni Diasporasıdenklemin içinde olunca, soykırım mı, değil mi tartışmaları çok şeyi birden kilitliyor.Tarihi kilitliyor. Aklı, sağduyuyu kilitliyor.Diyalogu kilitliyor.Ve bu kilitlenme hali, ‘fanatikler’in işine yarıyor.Tarihin sayfalarından nefret ve düşmanlık çıkarmak kolaylaşıyor.Oysa onların işini zorlaştırmak lazım. Tarihin tutsağı olmadan, geçmişin acıları tarafından rehin alınmadan sevgi ve barışipine sarılabilmenin yollarında yürüyebilmeliyiz.“Geçmişte yaşanan büyük felaketin sorumluları gibi mi davranacağız, yoksa o yanlışlardan ders alarak yeni sayfaları bu kez uygar insana yakışır şekilde mi yazacağız?” diye soran Hrant Dink’in sesinekulak veriyorum sisli bir sabah vakti, Soykırım Anıtı’nın önünde... Gelin önce birbirimizin acılarını anlayalım,paylaşalım ve saygı gösterelim. Sonrası gelir.Öyle değil mi sevgili Hrant?“İkrar değil, inkâr değil, önce idrak,” derdin.‘İdrak’ın yollarının demokrasiden, özgürlükler düzeninden geçtiğini adın gibi bilirdin. Sevgili kardeşim;Erivan’da gün doğuyor, güneş sislerin içindekırmızı bir portakal gibi.Sabahın bu güzel sessizliğinde, beyaz karanfilleri senin için koyuyorum anıtın dibine.Beni buralara sen, senin acıların getirdi çünkü...Evet, gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim!

TIKLAYIN | Uluslararası Hrant Dink Ödülleri sahiplerini buldu

 

İlgili İçerikler