DİYARBAKIR
Hatip Dicle ve Osman Baydemir. İkisi de Kürt siyasetinin önemli isimlerinden. Dicle ve Baydemir ile Diyarbakır’da görüştüm. Kobanê olaylarının fitilini ateşlediği süreçte yaşananları, olayların arkasında neleri gördüklerini, darbe alan çözüm sürecinin akıbetini, bundan sonraki ihtimalleri konuştuk. Her ikisi de T24’e yaptıkları açıklamalarda Diyarbakır’dan Erdoğan’a yönelik uyarılarını, “çatıştırılmaya çalışılan” taraflara çağrılarını paylaştılar. Aşağıda ayrıntılı görüşlerini paylaştığım Dicle ve Baydemir’in açıklamalarında öne çıkan bazı noktalar şöyle özetlenebilir: - Devletleşen AKP iktidarı Kobanê’de yaşananları doğru okuyamıyor. Diyarbakır Valisi’yken “Cana gelmesin cama gelsin” diyen Efkan Ala İçişleri Bakanı olarak “Misliyle karşılık bulacaklar” diyebiliyor. - Kobanê düşerse çözüm süreci biter, iki taraf da kaybeder. Barışın düğüm noktası Kobanê’dir. - AKP, 1990’ların devlet politikasını benimsemiş görünüyor, HÜDA-PAR ile HDP-PKK çatıştırılmak isteniyor. Osman Baydemir, “İddia ediyorum” diyerek bir yandan HÜDA-PAR’a, diğer yandan HDP-PKK’ye yapılan saldırıların “devlet orijinli olduğunu” öne sürüyor. - Bölgede provokasyonların önünü kesmek için dindarların IŞİD’i açıkça kınamaları, Kürt hareketi çevresinin de bütün muhafazakârları/dindarları IŞİD destekçisi gibi görmemeleri gerekir. Hatip Dicle ve Osman Baydemir’in Diyarbakır uyarıları ve önerileri aşağıda.
Hatip Dicle’ye göre suyu kaynatan üç hata: Erdoğan’ın IŞİD ile PKK’yi aynı kefeye koyması, ‘Kobanê düştü düşecek’ açıklaması ve Yalçın Akdoğan’ın “Çözüm süreciyle Kobanê’nin ne ilgisi var” diyebilmesi
Hatip Dicle, Kürt siyasal hareketinin önde gelen şahsiyetlerinden biri. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu olan Dicle’nin, hayatının 15 yılı demir parmaklık arkasında geçti. 1992 yılından beri tanıdığım Hatip Dicle halen Kürtlerin parlamentosu gibi kabul gören Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) eş başkanlığını yapıyor. Dün öğle vakti DTK’nın Diyarbakır’daki genel merkez binasında görüştüğüm Hatip Dicle, Hizbullah çizgisinde kurulan HÜDA-PAR’la yaşanmakta olan gerilim konusunu ‘çok acil bir mesele’ olarak niteledi ve şöyle dedi: “Ateşe bir an önce su dökelim ve diyalog geliştirelim. Sayın Öcalan da son gece yarısı mesajında HÜDA-PAR’la diyalog kurulmasını ve çatışmanın mutlaka önlenmesini istedi.” Hatip Dicle, Tayyip Erdoğan ile kurmaylarının üç noktada sergiledikleri yanlış tavırlarla çözüm sürecine ağır bir darbe indirdiklerini söyledi. Ve bu üç noktayı şöyle özetledi: 1. Erdoğan’ın “IŞİD neyse PKK odur” demiş olması… 2. Yine Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” demiş olması… 3. Başbakan Yardımcısı ve Erdoğan’ın en yakınındaki Yalçın Akdoğan’ın “Çözüm süreciyle Kobanê’nin ne ilgisi var” diyebilmesi… Devam ediyor Dicle: “İşte bu üç nokta, üstelik Kobanê’de IŞİD üstümüze tanklarla gelirken, sıfır derecedeki suyu fokur fokur kaynattı. Türkiye, baştan itibaren Kobanê’ye sıcak dursaydı bütün bunlar yaşanmazdı. Mesud Barzani ne diyor? ‘Bize kanal açın Kobanê’ye ağır silahlar götürelim’ diyor. Ama Ankara hâlâ ‘evet’ demiş değil bu talebe.”
Hatip Dicle, “Tayyip Erdoğan neden böyle” diye sorduktan sonra, yanıtını üç noktada topluyor: 1. AKP artık devletleşti. 2. Erdoğan’daki Kürt fobisi. 3. Devletin genlerindeki Kürt fobisi sonunda AKP’yi de etkiledi.
Dicle’ye göre, "devlet Ankara’da AKP’yi dönüştürüyor, AKP her geçen gün kötülerken, devletçi ideolojinin tuzağına düşüyor.” Hatip Dicle, “Tayyip Erdoğan iktidarının daha hegemonik Neo-Osmanlı heveslerini” eleştirerek, şöyle dedi: “Erdoğan’ın bu hevesleri, tek adamlık davası, Türkiye’yi hem içeride, hem dışarıda uçuruma sürükleyebilir. AKP devletleşirken, güçlendiğini sanıyor. Oysa yanılıyor, bu bir çürümedir. Savaşçı bir siyaset içte ve dışta Türkiye’yi, tekrarlıyorum uçuruma götürür, AKP’yi de çürütür.”
Hatip Dicle sözü çözüm sürecine getirip şöyle dedi: “Çözüm süreci bu son yaşananlarla çok ağır bir yara aldı. Çözüm sürecinin dayanması gereken güven temeli büyük bir yara aldı. Hükümet bundan böyle güven veren adımlar atmak zorunda. İnsanlar bize sokakta, ‘AKP bizi daha ne zamana kadar aldatacak?’ diye soruyorlardı. Biz de onlara daha sıfırlanmadı bu diye cevap veriyorduk. Şimdi artık sokaktaki o insanlar ‘Bizi aldatıyorlar’ eşiğini geçtiler, ‘Bizi tasfiye ediyor bunlar’ diye konuşuyorlar.” Hatip Dicle daha sonra sözü Öcalan’a getirdi: “Kürtler Öcalan’a güveniyor. Öcalan 6-7 Eylül’de kendisine gelen heyete ‘Bu İmralı’ya son gelişiniz olabilir’ demişti. 12 Eylül’de kendisine bir devlet heyeti yine gitti. Şimdi Öcalan’dan 15 Ekim açıklaması bekleniyor. Halk, Kürtler Öcalan’a bir önder olarak güveniyor, demiştim. Sayın Öcalan’ın savunmalarında bir sözü vardı, şöyle der: - Ne aldattı, ne aldatılabildi diye yazın mezar taşıma.” Hatip Dicle Türkiye’den Kobanê’ye yardım ve ağır silah geçişleri için bir koridor açılmasına Ankara’dan izin vermesini beklediklerini belirtti ve bunu çok önemsediklerini söyledi. Hafif silahlarla IŞİD’e karşı mücadelenin güçlüğüne değindikten sonra şu noktayı özellikle vurguladı: “Kobanê düşerse, çözüm süreci tamamen çöker. Böyle bir durum da, Kürtler ve Türkler açısından kazan-kazan yerine kaybet-kaybet olur. Bir başka deyişle Kobanê çözüm sürecinin ve barışın düğüm noktasıdır; Kürtlerle Türklerin birlikte yaşamalarının yine düğüm noktasıdır.”
Erdoğan niye böyle’ diye soran Dicle, cevabını üç noktada topluyor: AKP artık devletleşti, Erdoğan’daki Kürt fobisi ve devletin genlerindeki Kürt fobisinin sonunda AKP’yi etkilemesi
Hatip Dicle, Erdoğan bütün bu yaşananlardan sonra çözümün gereğini yapabilir mi, sorusuna şu yanıtı verdi: “Siyaset bazen insana istemediğini de yaptırır. Hayatın gerçekleri bunu dayatabilir. İran’da Ayetullah Humeyni, Irak’la sekiz yıllık savaşın sonunda ateşkese imza atarken ‘Bu zehir içmek gibi bir şey benim için’ demişti. Ama hayat bu. Erdoğan’a da hayatın gerçekleri bunu dayatabilir. Oylarım yüzde 45’in altına düşer, çökebilirim, der ve çaresiz kalabilir. Yoksa Öcalan bir süre daha bekleyebilir, sonra da ‘Aradan çekildim’ diyebilir. Bu durum iki tarafın da zarar göreceği bir süreci başlatabilir. Bu ne mi demektir? Tek kelimeyle savaş demektir.” Hatip Dicle, Öcalan’ın ‘Aradan çekildim’ mesajının nasıl bir sonuç vereceğini şöyle özetliyor: “Çözüm süreci çökerse, kanı durdurmak bir daha kolay olmaz. Bakın ölümler ilk defa durdu, devlet ilk kez ateşkesi ciddiye aldı. Sizin deyişinizle parmaklar tetikten çekildi. Bunun kıymetini bilelim.”
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin eski Başkanı Osman Baydemir, “Düzeldi dedik, düzelecek dedik, bir de şimdi geldiğimiz yere bak” diyerek söze girdi. Dün öğleden sonra Diyarbakır’da sohbet ettiğim Osman Baydemir, her zamanki gibi noktasıyla, virgülüyle konuşarak, son yaşananları şöyle özetledi: “AKP devletleşti! Demokratik devlet değil ama bu. Tayyip Erdoğan devletleşirken, ceberut devleti, tepeden inmeci devleti örnek aldı, hatta bazı açılardan bu ceberut devletin en kötü taraflarını benimsedi. Şimdiki İçişleri Bakanı Efkan Ala, 2006’da Diyarbakır’da valiydi. Ben de büyükşehir belediye başkanıydım. O tarihte olaylar patladığı vakit, Efkan Ala, ‘Cana gelmesin, cama gelsin!’ demişti. Şimdi aynı Efkan Ala, İçişleri Bakanı olunca, ‘misliyle karşılık bulacaklar’ diyebiliyor. İşte devletleşmek, işte ceberut devletleşmek budur.” Osman Baydemir sözü Kobanê ve Şengal’e getirerek şöyle dedi: “Kobanê, Kürtler açısından neden bu kadar önemli? Yine Şengal Kürtler açısından niçin bu kadar hayati önem taşıyor? Şengal’de 2 bini aşkın Kürt kadınına IŞİD tarafından el kondu. Cariye olarak Musul pazarında satıldı. Kobanê’de Kürtler katliamın eşiğine getirildi. Hâlâ Kürtlerin Kobanê direnişine kayıtsız bir Tayyip Erdoğan var. Bugün Ortadoğu’da bir bataklık oluşmuşsa, Erdoğan iktidarı, bu hükümet bu bataklığın mimarlarından biridir. Esad rejimini hedef göstererek, IŞİD’i, El Nusra’yı destekleyen bir hükümet işbaşındadır Türkiye’de. Ortadoğu’da ‘yeni Osmanlı düzeni’ kuracağım diye yola çıkmış bu hükümetin bir başka hedefi de Kürtler’dir. Bu hükümet Kürtlerin de bu neo-Osmanlı düzeninde söz hakkı olmasına kesin karşıdır.”
Erdoğan ceberut devleti örnek aldı’ diyen Baydemir’in örneği Efkan Ala: Valiyken ‘Cana gelmesin, cama gelsin!’ demişti. İçişleri Bakanı olunca ‘misliyle karşılık bulacaklar’ diyebiliyor. İşte ceberut devletleşmek budur
Osman Baydemir şöyle devam etti: “IŞİD bir vahşeti temsil ediyor. Urfa’daki Akçakale Sınır Kapısı’nın karşısında IŞİD var. Ve vahşeti temsil eden bu çete bütün ikmalini bu kapıdan yapıyor. Buna karşılık, Mürşitpınar Sınır Kapısı Kobanê ile Suruç’u ayırıyor. Ve bu kapıdan Kobanê’ye yardım gitmiyor. Devlet buna izin vermiyor. Bakın, Roboski’den sonra Kobanê, Kürtler açısından Ankara’ya karşı en büyük duygusal kopuştur. Bu öylesine bir kopuştur ki, bundan sonra, hükümet kim olursa olsun, devlete güven duygusu sıfırlanmış olur. Bu devlet IŞİD’le komşu olmayı istiyor, buna karşılık, Kürtlerle birlikte yaşamayı istemiyor. O zaman Kürtler, Türklerle eşitlik ve özgürlük temelinde nasıl yaşayacaklar? O zaman çözüm süreci ve her şey, Tayyip Erdoğan açısından seçim için zaman kazanmak, Rojova’da PYD- PKK’nin kolunu kanadını kırarak, zaman kazanma taktiğinden mi ibaret? Amerika’nın Kobanê’yi bombalamasını engelleyen başlangıçta Ankara oldu. Bir yandan Öcalan’ı muhatap al, sonra IŞİD’le Apo’yu, PKK’yi aynı kaba koy! Olacak iş mi?”
Osman Baydemir, çözüm sürecinin darbe yediğini söylerken, sözü Hizbullah çizgisinde kurulan HÜDA-PAR ile PKK-HDP çatışmasına da getiriyor: “Tıpkı AB gibi, çözüm süreci de başlangıçta barış anlamını taşıdığı için Kürtler nezdinde büyük destek bulmuştu. Şimdi ise bu destek büyük bir darbe yemiş durumda. Muhtemel provokasyonlarla karşı karşıyayız. Uzun zamandır neredeyse ilk kez. Şunun altını çizin. HÜDA-PAR ile HDP-PKK ilk defa sokak çatışmasına giriyor. HÜDA-PAR AKP’nin sokaktaki sopası gibi… AKP, HÜDA-PAR’ı Kürdistan’ın IŞİD’i olarak sahaya sürmek istiyor. PKK tabanına şunu demek istiyor: ‘1990’ları hatırla! Artık sokak sadece senin değildir!’ Bir başka deyişle AKP, iki yerel dinamiği, dindar ve laik dinamikleri birbirine kırdırmaya yöneliyor. Bir bakıma İrlanda’da Protestanlarla Katoliklerin bir zamanlar yaşadıkları savaş gibi…”
Osman Baydemir AKP’nin bu yaklaşımının özünde 1990’ların politikası olduğunu belirtiyor. Nasıl o zaman Hizbullah JİTEM tarafından, derin devlet tarafından faili meçhul cinayetlerde kullanılmışsa, bugün de benzer bir oyunun Tayyip Erdoğan tarafından sahnelenmek istendiğini söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Bu son derece tehlikeli oyunu boşa çıkarmak zorundayız. Dindar-laik kesim arasındaki HÜDA-PAR/PKK kavgası mutlaka durdurulmalıdır. Bu kavga sadece IŞİD’e, sadece AKP’ye yarayacaktır.” “İddia ediyorum” diyor Osman Baydemir ve ekliyor: “Bu son birkaç gün içinde HÜDA-PAR’a yönelik ilk saldırılar, devlet orijinli saldırılardır! Yine HÜDA-PAR içinden de, HDP-DBP’ye yönelik saldırılar da devlet orijinlidir! Yani bir güç önce HÜDA-PAR’a saldırdı. Hemen arkasından bu güç diğer tarafa saldırdı ve sonra aradan çekildi. Bunun üzerine iki taraf birbiriyle çatışmaya başladı. Sadece Diyarbakır’da değil, bütün Kürdistan’da yaşanan budur.”
“Gerek dindarların, gerek yurtseverlerin bu çok tehlikeli oyuna gelmemeleri en büyük görevdir. Bu tuzağa düşmek bizi özgürlükten uzaklaştırır” uyarısı yapan Baydemir, çatıştırılmaya çalışılan iki kesime birden çağrı yapıyor: “Osman Baydemir olarak, bir kişi olarak bütün Kürdistan’ın dindar, muhafazakâr kesimlerine çağrım şudur: IŞİD’i açıktan kınayın! Böyle bir tavır provokasyonların önünü kesecektir. Aynı zamanda bütün yurtseverlere de çağrım şudur: ‘Her dindar, her muhafazakâr, her sakallı, her çarşaflı insan, IŞİD değildir, destekçisi değildir. Muhalif olsalar bile bu coğrafyada yaşamak herkesin hakkıdır. Enerjimizi , özgürlüğe katkı sunacak alanda kullanmalıyız. Öfkemizi birbirimize karşı değil, özgürlüğümüzü elimizden alanlara, almak isteyenlere karşı kullanmalıyız.”
Baydemir: AKP, HÜDA-PAR’ı Kürdistan’ın IŞİD’i olarak sahaya sürmek istiyor. İddia ediyorum; HÜDA-PAR’a yönelik saldırılar da, HÜDA-PAR içinden HDP-DBP’ye yönelik saldırılar da devlet orijinlidir
Osman Baydemir sokak gösterilerinin şiddete dönüşmesine de karşı çıkarak, devam ediyor: “Öfkemizin dışa vuran biçimi, demokratik tepki çerçevesi içinde kalmalıdır. Sokağı, sokak gösterilerini her zaman kontrol altında tutmak mümkün değildir. Ama sokak refleksinin, gösterilerinin demokratik tepki niteliğini aşmaması gerekir. Umuyorum ki, bu son yaşadıklarımız, başta hükümet olmak üzere herkesin politikalarını gözden geçirmeye, yeni bir okumaya sevk eder. Bunu diliyorum. Sonuç itibarıyla hükümet Ortadoğu bataklığına su taşımaktan vazgeçmelidir. IŞİD’le arasına mesafe koyan bir tavır almalıdır. Çözüm sürecini, müzakereleri, bir zaman kazanma, seçimler için bir oyalama yörüngesinden bir an önce çıkarmalıdır. Yine çözüm sürecini eşitlik, özgürlük, adalet ve birlikte yaşam temelinde yeni bir Türkiye’nin inşası olarak görmelidir. Bu da bir yerde Kürtlerle stratejik ortaklığı gerektirir.” Osman Baydemir, sözlerinin bu noktasında şu soruyu sordu: “Bütün bunlar olmazsa ne olur?” Ve kendi sorusuna özetle şu yanıtı verdi: “Bunlar olmazsa ne mi olur, bugüne kadar yaşadıklarımız, yaşadığımız büyük acılar maalesef tekerrür eder, kaybettiğimiz insanların daha fazlasını kaybederiz. Kaybettiğimiz demokratik değerlerin daha fazlasını kaybederiz. Kısacası; Türkü de, Kürdü de kaybeder! 2023’ü göremeyebiliriz. Bütün bu geçmiş musibetlerden ve bugünkü acılardan dersler çıkarmak ve yeni bir rota belirlemek hükümetin, Erdoğan iktidarının en büyük sorumluluğudur.” Evet, Hatip Dicle ve Osman Baydemir’in T24’e yaptığı açıklamalar böyle. Diyarbakır’dan yazılar devam edecek…