Adaletsizliğin kol gezdiği bir ülkede yaşıyoruz.Hukuk adına kaç zamandır korkunç cinayetler işleniyor. Haksızlıklar ülkesiyiz. Türkiye bugün hukuk ve özgürlüğe hasret bir memleket.Ama şunu da yazın bir kenara:Adalete, özgürlüğe, zulüm ve baskıya, haksızlığa tamamen kör bir toplum yaratmak mümkün değildir.Adalet diyenler, hukuk diyenler, özgürlük diyenler hapse atılsa da, barış ve demokrasinin temelini oluşturan değerleri Türkiye'de de savunacak insanlar hep olacak. Eleştiri, eleştirel düşünce bayrak gibi elden ele geçecek.Farklı düşünme hakkı yok olmayacak. Şunu bilin:İfade özgürlüğü bizim alın yazımızdır. Edward Said'in şu sözleri hiç unutulmayacak:
Entelektüelin tek dayanağı, tavizsiz düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bu özgürlüğün savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerden herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak, entelektüelin işine ihanet etmesi demektir.
Bizim ihanetle işimiz yok.Gerçek hukukçuların da ihanetle işi yoktur.Ahmet Altan bir savunmasında der ki:
Hukuk ölümsüzdür. Kendisine ihtiyaç duyanların gelip kendisine sığınması için sabırla bekler. Hukuku, bulunduğu yüce zirvelerden alıp topluma taşıyacak olan da yargıdır.
Bu yazımın ya da açık mektubumun adresi Anayasa Mahkemesi'dir. Bu mektubuma, 11 değerli hukukçunun 4 Mayıs günü yaptıkları ortak açıklamayı ekliyorum.Emekli Anayasa Mahkemesi üyesi Ali Güzel, Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr. Ergun Özbudun, Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, Prof. Dr. Köksal Bayraktar, Prof. Dr. Oktay Uygun, Prof. Dr. Osman Can, Prof. Dr. Ozan Erözden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görev alan ilk Türk yargıç olan Dr. Rıza Türmen, Prof. Dr. Rona Aybay ve Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in imzasıyla yapılan ortak açıklama aşağıda yer alıyor:
Kamuoyuna beyanımız, adalete çağrımızdır.Salgın nedeniyle cezaevlerinin boşaltılması söylemiyle iktidar partileri tarafından gündeme sokulan af tartışmaları, TBMM’ye sunulan kanun teklifiyle somutlaşmış, iktidar partilerinin talep ve programları doğrultusunda kabul edilerek "torba kanun" biçiminde yasalaşmış ve yürürlüğe girmiştir.
Kamu vicdanı yaralandı.Bu kanunun gerek hazırlık gerekse yasalaşma safhasında muhalefetin, yargıç, savcı ve baroların, sivil toplum kuruluşlarının, uzman akademisyenlerin talep ve itirazları dikkate alınmamış, toplumun tüm bireylerinin özgürlük, güvenlik ve adaletin tesisi yönündeki meşru talep ve beklentileri karşılanmamış, kamu vicdanı yaralanmıştır.İnfaz sisteminde mahkûmların denetimli serbestlik veya şartlı tahliye imkânlarından yararlanmasının kolaylaştırılmasının yanında, geçici düzenlemelerle de özel af mahiyetinde düzenlemeleri barındıran bu yasada belirli bazı suçların yanında, muğlak terör örgütü üyeliği, yardım ve propaganda suçlamaları gerekçesiyle, gerçekte düşünce açıklamaları, kolektif özgürlük eylemleri veya basın faaliyetleri nedeniyle yargılanıp mahkûm edilen kişilerin başta ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı olmak üzere anayasal hakları yok sayılmıştır.
Adalet duyarlığı ve infazda eşitlik gösterilmediÖte yandan, suçluluğu sabit olmayan tutukluların yasa kapsamı dışında bırakılmasıyla, gerekli adalet duyarlılığı gösterilmemiş, eşitlik kriteri bu açıdan da gözetilmemiştir. Yasa’nın geçici 9/5 maddesinde de yıl sonuna kadar yapılabilecek tahliyelerin tutukluları kapsamaması "eksiklik" ve eşitsizlik vurgusunu artırmaktadır. Çıkarılan yasa, infazda eşitliği gözetmemiştir. Aynı cezayı alan iki hükümlüden biri, suçunun türü nedeniyle infaz yasasındaki koşullu salıverme ve denetimli serbestlikten yararlanıp tahliye olurken, başka bir gruptaki hükümlü cezasını çekecektir ki, bu durum Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine, 2. maddedeki hukuk devleti ilkesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesine aykırıdır. İktidar (Meclis çoğunluğu) elbette infaz rejiminde değişiklikler yapabilir, suç ve cezalarla ilgili tasarruflarda bulunabilir, istisnai durumda Meclisin 3/5 çoğunluğunun rızasıyla af da çıkarabilir. Ancak bunun sınırı, adil bir ölçünün göz ardı edilmemesi, eşitliğin bozulmaması ve temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmamasıdır.
Kamu yararını gözetmek...Çıkarılacak yasanın öngörülebilir ve anlaşılabilir olması, sadece bir grubun, dünya görüşünün yahut sınıfın çıkarını değil, tüm farklılığıyla değerli, eşit özgürlük sahibi ve egemenliğin kaynağı milletin tüm fertlerinin ortak iyiliğini ifade eden "kamu" yararını gözetmesi gerekir.Bu kanun özel af mahiyetinde hükümler barındırmış olmasına rağmen, nitelikli çoğunluğa riayet edilmemiştir. Düzenlemenin gerekçesi Covid-19 salgını olarak gösterilmiş olduğu halde, suçlar arasında ayrım yapılarak yaşam hakkıyla doğrudan bağıntılı sağlık hakkı gözardı edilerek yaşam hakkının özünün ihlaline zemin hazırlanmıştır. Bir siyasal tercih ve bir atıfet olarak infaz kolaylığı ve özel af getirilmiş, ancak şiddet içerikli olup olmadığına dair bir ayrım yapılmaksızın, siyasal muhalefet mahiyetindeki eylemler istisna tutulmuştur. Bu şekilde kamu yararı gözetilmemiş, meşru sebep olmaksızın eşitliğe aykırı davranılmıştır.
Siyasal muhalefetin kriminalize edilmesi...Devletin af yetkisinin hakkaniyetli ve toplumsal adalet duygusuna uygun olabilmesi için öncelikli olarak devlet tüzel kişiliğine karşı işlenen suçları af ve benzeri infaz kolaylığının kapsamına almak gerekirken, tersi yönde tutum alınmak suretiyle, atıfet ayrımcılığa, dışlanmaya ve siyasal muhalefetin kriminalize edilmesi imkânına dönüştürülmüştür. Bu yaklaşımın ülkemizdeki siyasal yarılmayı derinleştireceğine, şu günlerde en büyük ihtiyacımız olan toplumsal barışımıza zarar vereceğine inanıyoruz. Her şeye rağmen bir anayasal devlet olarak Türkiye’de Anayasa’nın eşitlik, hukuk devleti ve insan haklarına saygı ilkelerinin bağlayıcı olduğunu, bu ilkelerin toplumsal barışın da harcı niteliğinde bulunduğunu hatırlatıyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlışlıkları, denetim yetkisi ve özgürlükler lehine yorum imkânları çerçevesinde düzelteceğine inanıyoruz. Siyasal çoğulculuğun, anayasal ilkelerin, hukuk ve adaletin ne ölçüde hayatî olduğunu, 100 yıllık tarihimizden çıkan dersleri hatırlatarak bir kez daha vurguluyoruz.Kamuoyuna saygı ile duyurulur.