Silivri, 8 Aralık 2017, saat 10.35. Zaman yazarları davası. Yine tek sıra halinde geliyorlar, iki yanlarında jandarma... Şahin Alpay, Ali Bulaç, Mustafa Ünal, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne... İzleyici sıraları dolu. Basın tarafı tenha, sadece bir iki gazeteci... Eller kollar sallanıyor. Öpücükler gönderiliyor. Yüzler bir anda gülüyor. Jandarma müdahalesi, herkes yerine oturuyor. Orhan Kemal Cengiz'le Nuriye Akman tutuksuz yargılananlar sırasında. Ekranda da Ankara'dan iki tutuksuz sanık: Lale Sarıibrahimoğlu, İhsan Dağı. Yılların ötesinden tanıdığım meslektaşlar, dostlar. Şimdi hepsi bir sivil darbe döneminde, darbeci olarak, terör yardakçısı olarak yargılanıyorlar. Ne kadar hazin, ne kadar acıklı. Gerçekten akıl alır gibi değil. İsimlerini mahkemede duyduğum sanıklar da var. Biri savunmasını yapıyor: "Ben muhasebeciyim. Zaman'da geçimimi sağlamak, aileme bakmak için çalıştım. Başka amacım yoktu. Benim darbeyle, örgüt üyeliğiyle ne alakam olabilir ki?.. Basit, sıradan bir çalışanım. İmza yetkim de yoktu. Benim burada ne işim var?.." Sevgili Şahin Alpay bana doğru dönüyor, birbirimize el sallıyoruz, davalarda hasret gidermenin tek yolu bu... Nuriye Akman'ın sesi yükseliyor: "Darbeciliği ve terör örgütü üyeliğini reddediyorum. Bağımsız ve bağlantısız gazeteci ve yazarım." Ekranda Lale Sarıibrahimoğlu gözüküyor. 37 yıllık gazeteci olduğunu söylüyor. Meslek hayatı boyunca askerle siyaseti birbirinden uzak tutan bir çizgi izlediğini, bunun için yazdığını hatırlatıyor. Ama şimdi tek bir somut kanıt bile olmadan darbecilikle, terör örgütü üyeliğiyle yargılandığını, hakkında üç kez ağırlaştırılmış hapis cezası istendiğini, adaletin hiçe sayıldığını belirtiyor. Ve altını çiziyor: "Hukukun evrensel ilkelerinin unutulduğu bir iddianameyle yargılanıyoruz." İhsan Dağı da savunmasında, darbeciliği, terör örgütü üyeliğini reddediyor: "Bana darbe suçu atılamaz. Her zaman darbelere karşı milli iradenin yanında durdum. Fetö'nün iktidar kavgasına alet olmadım. Fetö, post-modern bir terör örgütüdür." Orhan Kemal Cengiz söze şöyle başlıyor: "Ben neden bu iddianamedeyim? Zor bir soru! Çünkü ben yokum bu iddianamede... Köşe yazarlarının içindeyim ama yazım da yok." Soruyor: "Hakkımda delil olmadan nasıl yargılanacağım, neyin savunmasını yapacağım?" Yanıtlıyor: "Delil yok ama ben burada avukatlık mesleğimden dolayı, Zaman'a kayyum atanmasını bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi'ne götürdüğüm için bulunuyorum." Neyle suçlandığını bilmeden yargılanmak... Niyet okumaları ile iddianame hazırlamak... Bir sanık soruyor: "Bir canlı yayın aracı satın almak, nasıl oluyor da, 500 gündür hapis yatmama neden olabiliyor?.." Bir başka sanık: "Vatanıma, milletime, bayrağıma bağlı bir insanım, beraatimi talep ediyorum." İnsanları bu hale getiren bir darbe düzeni ve biat yargısı... Ne utanç verici bir dönemden geçiyoruz; bazen boğulur gibi oluyorum, savunmaları dinlerken...
Yılların ötesinden tanıdığım meslektaşlar, dostlar. Şimdi hepsi bir sivil darbe döneminde, darbeci olarak, terör yardakçısı olarak yargılanıyorlar. Ne kadar hazin, ne kadar acıklı
Sevgili Şahin'e kulak veriyorum: "16 ayı geçti, 500 gündür hapisteyim. Somut delil yok. Zaman'da çıkan 7 yazı, hepsi o kadar. Darbeciliği, terör örgütü üyeliğini reddediyorum. Cebir ve şiddet suçu işlemedim. Her zaman şiddetin siyasetten men edilmesi için mücadele verdim. Ben terörist değilim, kalkışmacı değilim. Aklımı kaçırmış olmam gerekir darbecileri desteklemek için... Ayrıca kronik hastlalıklarımla uğraşıyorum. Ailemin bakımına ihtiyacım var." Zaman'ın Ankara temsilcisi, iyi bir Ankara gazetecisi Mustafa Ünal, "500 gündür tutukluyum, neden?" diye savunmasına başlıyor: "Neden 500 gündür hapisteyim, gerçekten bilmiyorum. İddianamede 8 yazı başlığı ve 1 yazıdan 2 cümle... O kadar! Müşahhas bir delil yok. 500 koca gün yetmez mi delil toplamaya?.." Devam ediyor: "Ben terörist değilim. Ve bunu söylemeyi zul addediyorum. Ben darbeci değilim. Ben örgüt üyesi değilim." Ve ekliyor Mustafa Ünal: "Bana bu iddianameyle uygulanan kriterler, AK Parti'ye uygulansa, Ak Partililer'in yüzde 90'ı yargılanır." Ali Bulaç geliyor mikrofona: "Tam 499 gündür tutukluyum. Nedir müşahhas delil? Yok. Sadece 6 yazımla, o da yalnızca başlıkları zikredilerek yargılanmaktayım. Ben darbeci değilim. Darbe zorbalıktır çünkü... Darbeye davetiye çıkarmak alçaklıktır diye yazdım 15 Temmuz'dan çok kısa süre önce..." Şahin Alpay ayağa kalkıyor, izleyici sıralarına doğru öpücükler gönderiyor, Fatma'ya, Elvan'a, Acar'a, Defne'ye... Ahmet Turan Alkan sesini yükseltiyor:
- Öfkeliyim! - İsyan doluyum! - İntikam hissinin eseri olan bir dava bu! - Siyasi bir dava! - 17 Aralık göz ardı edilerek anlaşılamaz bu dava! - 7 yazı başlığı, hepsi o kadar, 500 gündür içerdeyim. Bu kadar kolay mı, hayatımdan 500 günü çalmak?.. - Ben 20 sene Zaman'da yazdım. Kimseye angajmanım yoktu, ne Fettullah Gülen'e, ne Erdoğan'a... - Hapishanede bize vatan haini muamelesi yapıyorlar. Bu bizim çok ağırımıza gidiyor. Bizi içeride delirtmek istiyorlar. - Biz burada konu mankeni olarak dayak yiyoruz. Sizden merhamet ve adalet beklemiyorum. - Yıllarca milliyetçilik yaptım, bugün Allah'tan af diliyorum.
Ara veriliyor. Kafeteryada çay kahve içiyoruz. Kırk yıllık dost, Şahin Alpay'ın sevgili eşi Fatma'nın gözleri doluyor: "Hayatımızda hiç mi güzel bir Türkiye'de yaşamadan göçüp gideceğiz bir başka diyara?.." Ağzında emzik, zar zor yürüyen bir bebek geçiyor önümden. Ahmet Turan Alkan'ın torunuymuş, 13 aylık, "Dede dede" diyor. Saat 16. 35. Mümtazer Türköne konuşuyor: "Tam 500 gündür hangi gerekçeyle yatıyoruz, bunu bize açıklamanızı bekliyoruz. Demokrasiden, hukuktan yana oldum. Darbe karşıtı oldum." Kırk yılın avukatı Ergin Cinmen'in sesi yükseliyor: "Biz burada yok olan bir şeyin yok olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Delilsiz, mesnetsiz, düşünce özgürlüğünü ortadan kaldıran bir iddianameyle karşı karşıyayız." Saat 19.10. Jandarmaların arasında tek sıra geliyorlar. Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne, Mustafa Ünal. Tümüyle tokalaşıyorum, jandarma idare edince... Koridorda her zamanki sohbet: Bu sefer tahliye çıkar mı?.. Şahin'i alır gider miyiz?.. Saat 21. 11 saattir devam ediyor duruşma. Nihayet savcı bey konuşuyor: "Tutukluluğun devamına..." Saat 21.50. Üç tahliye çıkıyor. Yakınları sevinç içinde, gözyaşları içinde... Yazarlara, sevgili Şahin'e hapisten kurtuluş yok. Bir sonraki duruşma 5 Nisan 2108. Adalet, hak, hukuk bunun neresinde? Sevgili Ahmet Altan'ın sesi geliyor kulağıma, hafta başında İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaptığı savunmadan:
Bugünkü siyasi iktidarı eleştiren herkesi susturmaya ve cezalandırmaya çalışan bir güç var karşımızda. Muhalif bir yazarı cezalandıracak ciddi bir suç bulamadıkları için de saçmalık balçığında yuvarlanarak, hukuk, mantık dinlemeden birbirinden garip suçlar uyduruyorlar. Bu çaba, yargıyı mantık dışı bir gülünçlüğe sürüklüyor. Bir yargı her şey olabilir ama gülünç olamaz. Gülünç olan bir yargı ölür. Bugün bu toplumun yüzde 70’i, yaklaşık 60 milyon insan “ben yargıya güvenmiyorum” diyorsa, bunun nedeni bu gülünç çabaların toplum tarafından görülmesidir.