Kasvetli kurşuni bir hava.Boğaz'a sis inmiş durumda.Yağmur çiseliyor.Soğuk hava kara çevirebilir.İçimdeki sıkıntı yumağı kıpır kıpır...Günlüğüme sığınıyorum,yirmi yıl öncesi...
İstanbul, 13 Mayıs 2001Chopin'i sever misiniz?Evin İlyasoğlu, piyano edebiyatının büyük şairi der Chopin için...Şiirselliğiyle, romantizmiyle, aşırı duygululuğuyla, ilginçtir,bana hüznü ve sevinci aynı zamanda yaşatır.Ayrıca, uzun yıllar önce ilk kez Chopin'i dinleyerekklasik Batı müziğini sevmeye başlamıştım.1960'lar...Kuzey Almanya'da Bremen.O hep ıslak ve gri şehir...Adı Frau Charlotte Jansen olan,eşini savaşta kaybetmiş bir savaş dulunun yanındapansiyoner kalıyordum.Adres hâlâ aklımdadır:Schwachhausen, Saarbrückner Strasse 46.Ağaçlıklı bir bahçe içinde, iki katlı, kırmızı tuğlalı şirin bir ev.Üst katta, arka bahçeye bakan küçük balkonlu odada yaşıyorum.Bol bol okuyup Almanca öğreniyorum.Bir görevim var:Hafta sonları bahçeyi derleyip toparlamak,çimleri biçmek, kışın kar varsakapının önünü temizlemek, buzları kırmak.Bu görevimi hiç aksatmazdım.Çünkü karşılığında cep harçlığı verirdi Frau Jansen.Bütçeme bu katkı sayesinde cumartesi akşamları diskoya gider,geç vakit çıkışta da Wienerwald'de yarım piliç yiyecek param olurdu.Ama bundan önce yapmam gereken bir iş,ön koşul niteliğinde bir cumartesi akşamı ritüeli vardı:Frau Jansen'le birlikte oturup, mahzeninden özenle seçtiği kırmızı şarabın eşliğinde,33'lük bir plak boyu klasik müzik dinlemek...Küçük bir sevinci yaşamanın mutluluğuydu bu ritüel.
Chopin'i böyle sevdim.Hava soğuksa, şömine yanardı.Odunu bodrumdan getirip şömineyi yakmak bana düşerdi.Dinleyeceğimiz plağı seçmek elbette Frau Jansen'lik bir işti.Kaniş cinsi köpeği de şöminenin tam karşısındaki yerini aldıktan sonra,Grundig marka koca pikabın düğmesine basarakcumartesi akşamı konserimizi başlatırdı Frau Jansen.O da Chopin'i çok severdi.Frau Jansen, öğretmen olan eşini Polonya cephesinde kaybetmişti.Kızları doğduktan hemen sonra savaşa gitmiş,bir daha dönmemişti.Cumartesi konserlerinde arada bir kocasını anar,buruşuk yanaklarından sessizce yaşlar süzülürdü.Bazen de kendini yapayalnız hissettiğini söylerdi.Hitler'i sorardım Frau Jansen'e.1930'larda Hitler'in kendisini çok heyecanlandırdığını söylerdi.Okul arkadaşlarıyla birlikte Hitler'iBremen'deki bir açık hava mitinginde dinlerkenbir keresinde nasıl hüngür hüngür ağladıklarını bile anlatmıştı.Ancak savaş sonrası, gaz odalarıyla birlikteYahudiler'e neler yapıldığını öğrendikten sonra Hitler'den de,Nasyonal Sosyalizm'den de nefret etmişti.En iyi rejimin demokrasi olduğunu söylerdi.Bunları anlatırken gözlerinin içine bakardım, samimi mi diye...Sanıyorum içtenlikliydi.Nereden çıktı 1960'lar?Bremen, Frau Jansen...Bunlar hiç yoktu aklımda.Niyetim bambaşka bir yazıydı:Amerikalı siyasal bir düşünürü, bir cumhuriyet devrimcisini,Thomas Paine'i yazmak istiyordum.Amerikan Bağımsızlık Savaşı yıllarında köleliğin kaldırılmasını savunmuş,kiliseye, eşitsizliğe ve fakirliğe meydan okumuş,ama sonra gözden düşmüş,memleketinden kovulmuş, kendini alkole kaptırıpyoksulluk içinde ölmüş bir yazarın acıklı öyküsündendevrimcilik, hoşgörü ve vefa üzerine bir yazı çıkarmak vardı aklımda...Ama olmadı.Sabahın köründe bilgisayarın başına otururkenChopin dinlemek istedim.Bir Numaralı Piyano Konçertosu'nun Romans ismini taşıyan ikinci bölümü...Böylece, geçmişe doğru yolculuğa çıktım.Hüzün ve sevinci iç içe tatmaya başladım.Bach'a dediğim gibi, Chopin'e deiyi ki varsın demek geldim içimden...Yaşamak güzel şey!