İçim sevinçle dolarak hiç mi yaşayamayacağım?..Önümde geçmişimden başka bir şey kalmadı mı yoksa?..Beklediğim yarınlar artık hiç mi gelmeyecek? Belki de Nâzım Hikmet haklı:
Herhal, ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri.
Bilemiyorum.Hava berbat, şakır şakır yağmur.Kaç zamandır hastayım, öksürük aksırık, nezle, C vitamini, antibiyotik...Zar zor geldim Çağlayan'a.İkinci katta, 26. Ağır Ceza'nın önündeyiz...Altan'ların, Nazlı'ların davası...Yüzlere bakıyorum.Yüzler kara, yüzler asık...Daha çok soru işaretleri dolaşıyor suratlarda...Tahliye çıkabilir mi?..Yüz hatlarında iyimser çizgiler bulamıyorumBir kulağım Silivri'de.Osman Kavala'ya tahliye...Var mı böyle bir ihtimal?Daha çok kötümser öngörüler kulağıma çarpıyor adliye koridorunda...Biraz itiş kakış isimlerimizi yazdırıyoruz polise. Duruşma salonu küçükmüş...Benim adım okunmuyor.Zorluyorum ama polis sert çıkıyor:"Giremezsin!"Buraya kadar gel, bir de mahkemeyi izleyeme...Canım sıkılıyor.Dışarıda yağmur hız kesmiş değil.Bir kahve köşesinde, kendi başıma, Çağlayan'dan, Silivri'den haber bekliyorum.Ne yazık ki haberler kötü.İki davada da beraat yok.İçime acı çöküyor.Nasıl yaşanacak bu memlekette?Karanlık... Bir mum yakmak bile mesele... Bir ışık göremiyorum.
Bilgisayarımı açıyorum.Osman Kavala'nın doğum günü için yazdığım yazıya göz atıyorum.
Sevgili Osman,Senin yerin hep demokrasi, hukuk ve özgürlük saflarındaydı.Bu ülkede insan hakları savunucusu deyince, senin adın da en ön sırada geliyordu.Çünkü hep 'itiraz'ın vardı.Bu memlekette, devletin hoyratlığı konusundaki itirazların...Sen de biliyorsun.İtiraz sahibi insan olmak, bu memlekette öteden beri belalı bir iştir.Baksana, kaç kişi insan haklarını savunmaktan, ifade özgürlüğünü savunmaktan hapis yatıyor.Yaşamakta olduğumuz bu karanlık dönemde adalet, hukuk ve özgürlük açısından işlenen büyük cinayetler, hiç kuşkun olmasın, kapkara harflerle yazılacak tarihin sayfalarına…Bugünler elbette geçecek.Ama ellerine kelepçe takılarak götürüldüğün hastaneleri, ellerine kelepçe takılarak getirildiğin Silivri’deki adaletsiz mahkeme salonlarını, duruşmalarda göz göze geldiğimizde koparıldığın yakınlarına, dostlarına, bize el sallamalarını unutmayacağız. Tahliye taleplerinin onlarca kez reddedildiğini, azılı bir cani gibi bir hücreye hapsedildiğini unutmayacağız. Sana yapılanları, sadece fikirleri nedeniyle hapsedilen gazetecilere, yazarlara, sanatçılara, siyasetçilere yapılanları unutmayacağız.Asla unutmayacağız; zira hafıza aklımızın, vicdanımızın bekçisidir.Sevgili kardeşim;özgürlüğüne kavuşacağın günü hasretle bekliyoruz.
Anlaşılan o ki, hasretle beklemeye devam edeceğiz.Ahmet Altan çıkar diye de ne kadar da umutlanmıştım.Ama yine hüsran...Bir kahve köşesinde bilgisayarımdan Ahmet'in o denemesini okuyorum.
Vulnerant omnes, ultima necat!Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür.Bu gerçeği eski Latinlerden beri biliyoruz.“Bunlar hukuk desperadoları, her türlü hukuksuzluğu yaparlar” diyen güçlü sesin altında, “bu kadar da saçmalayamazlar” diyen bir fısıltıyı da duyuyorum. Ben böyle hayaller kurarken üç adam bir yerlerde benim kaderimi belirliyor. Aniden koşuşan jandarmaların postal seslerini duyuyorum, iki sıra hâlinde diziliyorlar, bir ses “haydi” diyor, “karar verildi.” Karar verilmiş.“Ağırlaştırılmış müebbet." Hayatımızın geri kalanını üç metreye üç metre bir hücrede tek başımıza, günde sadece bir saat güneşe çıkarılarak geçireceğiz. Asla affedilmeyecek ve hapishane hücresinde öleceğiz.Ellerimi uzatıyorum.Kelepçeleri takıyorlar. Bir daha dünyayı ve avlu duvarlarıyla sınırlanmamış bir gökyüzünü göremeyeceğim.
Kim bilir kaçıncı defa okuyorum sevgili Ahmet'in bu denemesini.Yine gözlerim doluyor. Çaresizliğimi kendi içime akıtıyorum. İçim sevinçle dolarak hiç mi yaşayamayacağım?..