Robert Fisk, gazeteci.Hafta sonu Dublin'de 74 yaşında hayata gözlerini yumdu. Uzun yıllardır çalıştığıIndependent gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni şu açıklamayı yaptı:
Korkusuz...İlkelerinden ödün vermeyen...Son derece kararlı...Ve her ne pahasına olursa olsungerçeğin peşinde koşan...
Robert Fisk, bir gazetecinin arkasından söylenebilecek bu en güzel sözleri sonuna kadar hak eden bir gazeteciydi.Kıçının üstünde hiç oturmadı. Haberlerini, yorumlarını, kitaplarını bir ömür boyu masa başında değil, sıcak sıcak olayların içinden yazdı.
Orta Doğu deyince Robert Fisk dünyada ilk akla gelen gazetecilerdendi.Hayatının 30 yılını Beyrut'ta geçirdi.Lübnan İç Savaşı'nı yaşadı.İran İslam Devrimi'ni, İran-Irak savaşını izledi.Saddam Hüseyin'in Kuveyt işgalinde, Amerika'nın Irak işgalinde, Sovyetler'in Afganistan işgalinde, Bosna ve Kosova savaşlarında, bütün bu sıcak olayların hepsinde "hep oradaydı".Çok iyi Arapça konuşuyordu.Usame Bin Ladin'le tam üç kez görüşen ender Batılı gazetecilerden biriydi.Ortadoğu'yu izlerken yıllar yılı ilk akla gelen sorulardan biri de, Robert Fisk ne diyor sorusuydu.Ortadoğu'yu anlamak isteyenler onun yazılarından, atlatma haberlerinden çok şey öğrendiler.Dün sabah kütüphanemde bir sürpriz beni bekliyordu:Robert Fisk bir kitabını, "En iyi dileklerimle" diyerek bana imzalamıştı."Dubai, 10 Aralık 05" tarihliydi imza.Hatırlayamadım.
Bu kitabı Dubai'de benim adıma imzalatıp bana getiren kimdi, çıkaramadım.Bir büyük gazeteciyi, değerli bir meslektaşımı, Robert Fisk'i selamlıyorum.Gazeteci, söylenenle yetinmez.Her zaman kafanın arkasında ne var,onu merak eder, araştırır eğer gerçek gazeteciyse.Kafaların içinde, kapalı kapılar arkasında saklanan nedir, bunları bulup gün ışığına çıkarmaya, kamuoyuna açıklamaya çalışır.Bu yüzden de "gazeteci milleti"nin pek öyle sevildiği, kendisine sempati duyulduğu söylenemez.Bu gerçek gazetecilerden biri de Harold Evans'tı.İki ay önce, 92 yaşında hayata veda etti.
İngiliz basınından gelip geçmiş efsane genel yayın yönetmenlerindenbiriydi Harold Evans.Örneğin, tam sekiz yıl boyuncatek bir haberi kovaladı.Müthiş bir fikri takipti bu.İlaç tekelleriyle kavga etti.Ve sekiz yılın sonunda, çocukların kolsuz bacaksız, sakat doğmalarına yol açanThalidomide Faciası'nı ortaya çıkardı.Başka büyük "atlatma"ları da vardı.Batı'daki en büyük casusluk olayını ortaya çıkardı, Kim Philby'nin İngiliz istihbarat örgütünün tepesinde Moskova'ya çalışan bir köstebek olduğunu bütün dünyaya duyurdu.1972'de Kuzey İrlanda'da yaşanan Kanlı Pazar olayında İngiliz askerlerinin "kirli işleri"nin üzerine gitti, kamuoyuna açıkladı.Kısacası:Harold Evans gazeteci gibi gazeteci, olması gerektiği gibi bir gazeteciydi.Onun İngiliz Sunday Times'a nasıl genel yayın yönetmeniolduğunu yazmıştım son kitabımda:
Genel yayın yönetmenliği gazetecilikte zirve sayılır.Gazeteci bu nedenle heyecanlıydı. Zirvenin eşiğine gelmişti.İçeri çağırdılar. Yönetim Kurulu odası kasvetliydi. Duvarda, insanın üstüne gelen büyük yağlıboya tablolar, upuzun, dikdörtgen bir toplantı masası ve maun masanın bir tarafında suratsız yüz ifadeleriyle oturan yönetim kurulu başkanı, genel müdür, direktörler, gazeteyi yeni satın almış ailenin birkaç ferdi. Ve genel yayın yönetmeni adaylarındanbiri olarak hepsinin karşısındaki bir sandalyeye adeta büzülerek ilişiyor. Bütün bakışlar üstünde, kendisini dikkatle süzüyorlar.Bir direktörden ilk soru:
"Genel yayın yönetmeni olarak ne kadar bağımsız olacaksınız?"
Yanıtlıyor:
"Tamamen bağımsız bir genel yayın yönetmeni olacağım. Bağımsızlığımdan emin olmadığım sürece, bu görevi kabul edemem."
İkinci soru:
"Gazetenin sahibi olan grubun ticari çıkarları konusundaki tutumunuz ne olacak?"
Duraksamadan yanıtlıyor:
"Genel yayın yönetmeni olarak, başka grupların ticari çıkarlarına ilişkin tutumum ne olacaksa, bizim grubun ticari çıkarlarına yönelik tavrım da aynı olacak."
Sıkıştırıyorlar yönetmen adayını:
"Söz konusu haber, bizim grubun ticari çıkarlarına aykırı da olsa, genel yayın yönetmeni olarak tutumunuz değişmeyecek mi?"
Yine duraksama yok:
"Eğer söz konusu olan gerçekten haberse, onu yönettiğim gazetede basarım."
Soru cevap faslı bitiyor. Yönetim Kurulu’nun kapısı arkasından kapanıyor. Direktörler bir saat süren toplantının sonunda, özgürlüklere sahip çıkacağına, haberleri siyasal nedenlerle eğip bükmeyeceğine kanaat getirdikten sonra onun ismi üstünde anlaşıyorlar. Genel yayın yönetmeni oluyor. Bu bir rüya mı, hayal mi? Ne rüya, ne de hayal. Eski deyişle aynıyla vaki! 1960’lı yılların ikinci yarısında İngiltere’de yaşandı. Gazeteci Harold Evans, 38 yaşındayken Sunday Times gazetesinde genel yayın yönetmenliği koltuğuna nasıl oturduğunu anılarında böyle anlatır. İngiliz meslektaşımın nasıl genel yayın yönetmeni olduğunu 2010 yılında okuduğum zaman bir gazeteci olarak o heyecanı ben de duymuştum. Böyle bir örnek Türkiye’de hiç yaşanmadı. Böyle bir şey akla bile gelmedi. Günün birinde gelebilir mi? Bilemiyorum ama ihtimal de veremiyorum. Bizim memlekette de bir gazeteci mesleğinin zirvesine keşke böyle tırmanabilse... Böyle bir örneği medyasında yaşayacak bir Türkiye’de demokrasi de birinci lige çıkmış demektir. (*)
(*) Hasan Cemal, Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor, Everest Yayınları, sayfa 502-503, Ocak 2018.