Bugün perşembe, 22 Haziran 2017. Pazartesi sabahından beri bütün günlerimi Çağlayan Adliye Sarayı'nda geçiriyorum. Adliye koridorları kâbus gibi. Çünkü adaletin esamesi okunmuyor. Kime kulak verseniz, biraz vicdanınız varsa içiniz acıyor. Başörtülü başörtüsüz, Türk Kürt, Alevi Sünni kime başınızı çevirseniz, koca memleketin nasıl haktan hukuktan yoksun bir dönemden geçtiği çırılçıplak ortaya çıkıyor. Sanık yakınlarından, sanık avukatlarından dinlediğiniz haksızlık ve hukuksuzluk hikâyeleri, hele o 25. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yaşanan Kara Perşembe nasıl içler acısı zamanlardan geçtiğimizi çırılçıplak sergiliyor. Adliye koridorlarının nabzı öyle atıyor ki, bu memleket böyle gidemez, bir gün gelir patlar. Bu kadar adaletsizliği, bu kadar hukuksuzluğu taşıyamaz Türkiye. Adliye koridorlarındaki kâbus gibi havayı teneffüs ettiğiniz zaman, Türkiye'nin hukuk ve özgürlükten ne kadar uzak olduğunu çok daha iyi görebiliyorsunuz. Türkiye'nin sıfır hukukla, sıfır özgürlükle gideceği yer kaostur, cehennem çukurudur. Çağlayan koridorlarında geçirdiğim dört günün özeti bundan ibaret. Erdoğan'a hayır demekten ve demokrasi kapısını aralamaktan başka çaremiz yok. Bunun için Kemal Kılıçdaroğlu'nun herkesi kucaklayarak başlattığı ADALET yürüyüşünün kıymetini bilmek lazım, desteklemek ve katılmak lazım. 16 Nisan'ın devamı ancak böyle gelebilir, demokrasi kapısı ancak böyle aralanır. Perşembe sabahı saat 10'da başlayacağı ilan edilen duruşma, saat 10.40 oldu, 10.55 oldu hâlâ başlamadı. Kapının önündeki kalabalık büyüyor. Eziyet zamanı kapıyı çalıyor. Bir köşede, başörtülü genç bir kadın kendi başına ağlıyor. Neden diye soruyorum, başını çeviriyor. Saat 11, bir saat geçti hala ses seda yok. "Dünkü gibi on bir buçuğu bulur" diyor bir avukat dost... 11.20, duruşma salonuna giriyoruz. Nazlı Ilıcak gelmiş, Mehmet Altan yok. Ahmet Altan ekranda.
10 ay sonra ilk kez sesini duyuyorum. Mahkeme Başkanı, hakkındaki iddiaları özetliyor. Saat 11.45. Ve Ahmet en nihayet savunmasına başlıyor. Hukuk pornosu... Sevgili Ahmet kendisini, Nazlı Ilıcak'ı, Mehmet Altan'ı, darbeci ve terör işbirlikçisi ilan eden bir zavallı iddianameyi böyle niteliyor. Savunmasının başlığına gelince:
Bir iddianamenin hukuk pornosu olarak portresi...
Tam Ahmet Altan'lık bir başlık atmış. Tuhaf bakışlı adam! Özledim arkadaşımı. Neredeyse bir senedir masa başındaki o gürültülü, kahkahalı sohbetlerimizden uzak kaldık. Mahkeme heyetinin sağ tarafında, yüksekteki ekrandan seyrediyorum Ahmet'i. Yazımın başlığına savunmasından bir cümleyi koyuyorum:
AKP iktidardan gidecek. Ve yargılanacaklar!
Ahmet Altan'ın savunmasının altına ben de imzamı atıyorum
O savunmasını yaparken, ben de bazı bölümlerini yazıma seçiyorum:
YALANLAR Benim hakkımda söylenen yalanları gördüğümde, 15 Temmuz’dan sonra hapse atılan binlerce insanın nasıl bir hukuk katliamının kurbanı olduklarını daha iyi anladım. Hakkında yalan söylenen tek insan ben olamayacağıma göre bu tür yalan dolu iddianamelerin zehirli bir sarmaşık gibi yargıya dolanıp onu boğduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
HUKUK MEZBAHASI Bu iddianameyi okuduğunuzda, içinde sanıkların, sanık sandalyelerinin, avukat sıralarının, silahlı jandarmaların, kürsülerin, diye adlandırılan yerlerin nasıl bir hukuk mezbahasına döndürüldüğünü rahatça kavrıyorsunuz. Bu iddianamede kanıt yerine sadece savcının suçlamaları var, onlar da yalan. Artık hukuktan vazgeçtim biraz utanma duygusu arıyorum. Ama o da yok.
SAYIN YARGIÇ; Bu savcının, lafı evirip çevirip bizimle ilgili iddianamenin sonunda “darbecilerle eylem birliği içinde olduğumuzun kanıtı” diye ortaya koyduğu benim söylediğim iki cümle. “AKP iktidardan gidecek. Ve yargılanacaklar” cümleleri. AKP’nin iktidardan gideceğini söylediğim için savcı üç kere ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılmamızı istiyor. Üç müebbet bana az geldi. Bunu altı müebbede çıkarmak için bir daha söyleyeyim:
AKP iktidardan gidecek. Ve yargılanacaklar.
DİNBAZ İTTİHATÇILAR! AKP’liler “dinbaz İttihatçılara” dönüştüler. Baskıyı artırdılar ve ülkeyi yönetemiyorlar. Enver Paşa ile Erdoğan’ın benzediğini söylüyorum. Çok benziyorlar gerçekten de. Enver dünyadaki Türklerin lideri olma hayaliyle Osmanlı’yı çökertti. Erdoğan da dünyadaki Müslümanların lideri olma hayaliyle Türkiye’yi tam bir çöküntüye soktu.
ASKERİ VESAYETİN PAŞALARI GİBİ Askerî vesayetin paşaları Türkiye’yi gelişmiş dünyadan koparmak istiyordu. Erdoğan ve AKP bugün bunu gerçekleştiriyor. Paşalar yargıyı ve hukuku yok etmek istiyordu. Bugün yapılan aynen bu. Paşalar bütün muhalifleri, bütün demokratları hapsetmek istiyordu. Bugün yapılan bu. Paşalar bütün medyayı denetim altına almak istiyordu. Bugün gerçekleşen bu.
KORKAK, ÇIKARCI GAZETECİLER! Sayın Yargıç, Ben “Balyoz” haberlerini yayımladığımda askerî vesayet hâlâ devam ediyordu. Bugün AKP’nin medyası olduğu gibi o zaman da askerî vesayetin medyası vardı. Bugün korkak ve çıkarcı gazetecilerin AKP’ye yaranmaya çalışması gibi o gün de korkak ve çıkarcı gazeteciler generallere yaranmaya çalışıyorlardı. Eğer benim yayımladığım Balyoz haberlerinin benzerlerini daha önce yayımlama cesaretini göstermiş olsalardı bu ülke böyle bir darbe çöplüğüne dönmezdi. Bu cesareti hiçbir zaman gösteremediler. Askerî vesayetin baskısı altında ezilen solcuların, Kürtlerin, aydınların, yazarların, gerçek dindarların acılarına sırtlarını döndüler. Şimdi medyanın önemli bölümü aynı utanmazlığı AKP döneminde sergiliyor.
HIRSIZLIK YAPIYORLAR! İktidarın hırsızlık yaptığını düşünüyorum ve söylüyorum. Yasalarımıza göre bunu söylemek suç değildir. Darbecilik hiç değildir. Bu iktidar yolsuzluk yapıyor. Savcı bunları söylememi istemiyor. Savcıya mı soracağım ne söyleyeceğimi? Paraları çalsınlar, sonra da çalmayın diyenleri darbeci diye hapse atsınlar. Biz de buna hukuk diyelim.
ALLAH'IN BİR LÜTFU Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfu” dediği 15 Temmuz darbe girişimi, AKP ve onun savcıları tarafından bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Sadece biz değil, muhalefet eden herkes saçma sapan gerekçelerle hapse atılıyor. Amaç, biz ve bizim gibi insanlara uygulanan hukuk ve mantık dışı şiddetle bütün toplumu korkutup sindirmek. Ama bu amaçlarına ulaşamadılar. Referandum sonuçları, bu amaçlarına ulaşamadıklarını, toplumu korkutamadıklarını herkese gösterdi.
REZİL BİR BASKI DÜZENİ “Fikir özgürlüğü yok” demek suçmuş. 160’tan fazla gazeteciyi hapse atacaksınız, binlerce akademisyeni tek bir kararnameyle işten çıkaracaksınız, bir de “fikir özgürlüğü var” diyeceksiniz, öyle mi? Fikir özgürlüğünün zerresi yok bu ülkede. Askerî vesayet günlerinden bile daha beter, daha rezilâne bir baskı düzeni var sadece. Savcıların yalan söyleme özgürlüğünden başka özgürlük kalmadı bu ülkede. “Fikir özgürlüğü yok” demeyecekmişim. Savcı beyimiz “dünya dönüyor” demeyi de yasaklasın bari. Engizisyon savcılarını geçti bu savcı. Her türlü gerçeğe düşman.
CİZRE'DE İNSANLAR ÖLDÜRÜLMEDİ Mİ? “Cizre’de insanların öldürüldüğünü” söylediğim için PKK lehine çalışmışım. Kaos ortamı oluşturmaya çalışmışım. Dezenformasyon yapmışım. Duyan da Cizre’de kimse öldürülmedi sanır. Cizre’de insanlar öldürülmedi mi? Yaşlı kadınlar, bebekler vurulmadı mı? Savcının bizden talebi hep aynı: “Gerçekleri söylemeyin.”
GERÇEKLERİ SÖYLEMEYE DEVAM! Ben hayatım boyunca gerçekleri söyledim, bundan vazgeçecek değilim. Benim hapishaneden korkacağımı, önümde kalan birkaç yılı hapiste geçirmek fikrinden dehşete düşeceğimi bekleyenler varsa, onlara da cevabım şu: Boşuna beklemeyin. Ben sizin korkutabileceğiniz bir adam değilim. Önümdeki birkaç yıl için arkamdaki onlarca yılı korkaklık ederek çöpe atacak biri de değilim.
Yaklaşık 10 ay tutukluluğun ardından pazartesi gününden beri beklenen savunma saat 15:30’a doğru bitiyor… Ahmet Altan'ın savunmasının altına ben de imzamı atıyorum.