İlker Başbuğ Paşa, eski Genelkurmay Başkanı yakınıyor, dağın yolu bir türlü kapatılamıyor, PKK’ya katılım önlenemiyor diye... Pazar günü Hürriyet’te Çınar Oskay’a şunları söylemiş:
“Terörün kökünü kazırım” filan, bunlar hamaset. Sıfırlamak, terörle mücadelenin kitabında yok, marjinalize edeceksiniz. Nasıl? Ben birilerini etkisiz hale getiriyorken, o gün örgüte 100 kişi katılıyorsa, bu fasit dairedir. Örgütün silahlı gücü beş-altı bin kişidir. Biz 30 bin kişiyi etkisiz hale getirmişiz. Yani beş kere örgütü bitirmişim. Ama gene var. Ee kardeşim, katılımı önlemiyorsun! (İlker Başbuğ’un Çınar Oskay’a verdiği söyleşiden, 24 Nisan 2016)
Başbuğ Paşa’nın bu şikâyeti yeni değil. Altı yıl önce (5 Temmuz 2010) Uğur Dündar’la bir konuşmasında da aynı noktaya değinmiş:
PKK’yı beş defa bitirdik.1984’ten 2010’a kadar 26 yıl geçti. ‘40 bine yakın terörist etkisiz hale getirildi’ dediniz, doğrudur. Rakamları biz verdik. 30 bini etkisiz hale getirildi. 10 bin de yaralı, teslim olan var. Toplam 40 bin. Örgütün dağ kadrosu yıllara göre değişiyor. Ortalama 6 bin diyoruz. Şu anda 4 binler civarında. Ortalama 6 bin dersek, 30 bini 6’ya bölerseniz, 5 bin çıkıyor. Matematiksel olarak bakınca 26 yılda, güvenlik kuvvetleri beş defa bu PKK terör örgütünü bitirmiş. Bu bir tespittir. Ama örgüt bitmedi.
İlker Başbuğ, bu konuya dair düşüncelerini daha önce de kapalı kapılar ardında dile getiriyor. Sevgili meslektaşım Cengiz Çandar, Mezopotamya Ekspresi kitabında Genelkurmay Karargâhı’nda Başbuğ Paşa ile görüşmesini şöyle aktarıyor:
PKK konusunda hata yaptık. ‘Ezeceğiz, bitireceğiz’ filan gibi konuşarak, halkta gereksiz beklentiler yarattık. Oysa bu tür örgütler tümüyle bitmez. Önemli olan PKK’yı kabul edebileceğimiz seviyeye indirmektir.
Ve Başbuğ Paşa soruyor, “PKK sizce başarılı olmuş mudur?” Cengiz “Bence evet” deyince Başbuğ, “Bence de başarılı olmuştur” deyip devam ediyor:
Askeri başarıya rağmen örgüt ortalama 6500 kişilik silahlı gücünü hâlâ koruyor. Her yıl binin üzerinde PKK’lı da öldürülse yeni katılımlar sayesinde PKK’nın silahlı gücünde hiçbir azalma olmuyor. PKK’nin şehir örgütlenmesi söz konusu. Bu da, bizi sorunla baş etmek için istihbaratın önemine götürüyor. Şehir örgütlenmesi istihbaratla ortaya çıkarılmalı ve beli kırılmalı ki, söz konusu katılımların önü alınabilsin.
Eski Genelkurmay Başkanı’nın yakındığı bu fasit daire bunca yıldır neden kırılamıyor? PKK neden bitmiyor kırk yıldır? Dağın yolu neden kesilemiyor? Paşa’ya “Ee kardeşim, PKK’ya katılımı önleyemiyorsun!” dedirten gerçek nedir? Bu sorunun tek bir yanıtı var: Acılar! Başta asker olmak üzere güvenlik güçlerinin, devletin bunca yıldır Kürtlere yaşattıkları acılardır PKK’yı ayakta tutan... Kürt kimliğini ezen, anadiline kadar inkar eden devlet politikalarıdır, PKK’yı sahneye çıkaran... Kürt sorununu yok sayan devlet kafasıdır, dağın yolunu açan... 12 Eylül’de Diyarbakır Askeri Cezaevi’nin işkencehane olmasıdır, PKK’yı büyüten... 1990’ların faili meçhul cinayetleridir, zorla boşaltılan, yakılan Kürt köyleridir, Paşa’nın yakındığı ‘fasit daire’yi besleyen... Ve bu acılar daha bitmedi. Daha fazlası Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Silopi’de, Yüksekova’da, Silvan’da yaşandı, yaşanıyor. Nasıl ki 1990’ların acılarını yaşayanlar, acılara tanık olanlar dağa çıktıysa, durum yine farklı değil, Cizre, Sur, Nusaybin cehennemini yaşayanların şimdiden dağın yolunu tuttukları biliniyor. İlker Başbuğ Paşa’nın, HDP tarafından yeni yayımlanan ekleriyle 540 sayfalık ‘Cizre Raporu’na göz atmasında yarar var. Eğer yaşanan acıları yüreğinde hissetmeye çalışırsa, bu memlekette ‘şiddet fasit dairesi’nin neden kırılamadığını daha iyi anlayabilir diye düşünüyorum.
HDP’nin Cizre Raporu’nun bir yerinde Mahmut Şen anlatıyor: “Bir anda fırladım. Hediye çığlık atmıştı. Karanlıktı. Hediye diye bağırdım. Elimle yokladım karanlık olduğu için. Göremedim. Bulunduğum yerin gerisine döneyim derken, ayağım ayağına takıldı düştüm. Gözüm karanlığa alıştı. Boğazına kurşun saplanmıştı. Yarım saat kadar boğazından nefes aldı. Hırlıyordu. Hediye, Hediye diye bağırıyordum. Kalktım 112’yi aradım. 155’i aradım. 112 bana Dörtyol’a getirin dedi. Dedim ‘Evden dışarı çıkamıyorum siz diyorsunuz ki 3 km yoldan getirin.’ Nasıl getireyim? 155’i aradım. ‘Eşimi vurdunuz’ dedim. ‘Burada çatışma yok. Polis araçları 100 metre ileride. Gelin alın, 112 gelmiyor’ dedim. Bu şekilde bir 112’yi, bir 155’i defalarca, onlarca kez aradım. Tabii o esnada yani kendimi kaybetmiştim. Bağırıp duruyordum. Çocuklar ne olduğunu anlamıyordu. Onları tehdit bile ettim. ‘Burada ne hendek var, ne barikat var, ne çatışma var. Nasıl karımı vurdunuz?’ dedim. ‘Gelin yaralıdır’ dedim, ‘eğer gelmezseniz canlı bomba olacağım bir gün hepinizi öldüreceğim’ dedim. Bu şekilde yarım saat sürdü. Sonra Hediye’ye döndüm. Ölmüştü. Bağırdım, komşuları çağırdım. Tabii fakirdirler, kimse korkudan gelemedi. Sesleniyorlardı ama gelemiyorlardı. En son Mele Mansur geldi, dayanamadı. Üç ev vardı aramızda. Gelene kadar taradılar onu da. Bir kurşun tesadüfi ayağını sıyırmıştı. Sabaha kadar Hediye öylece yerde kaldı...”
Tekrar ediyorum: İlker Başbuğ Paşa, bu acılar yaşanmaya devam ettikçe dağın yolu kapanmaz. Çare, yeniden masaya dönmektir! Çünkü şiddet, terör, silah çıkmazdır, kullanım süreleri dolmuştur.