NEW YORK
Sabah erken, soğuk ama güneşli bir hava. Washington Square Park'ta yalnız başıma yürüyorum. Ortalıkta kimsecikler yok. Sadece hüzünlü bir saksafon sesi... Saçı sakalı birbirine karışmış bir siyah, Garibaldi heykelinin önünde dikilmiş borusunu üflüyor. Üfledikçe, insanın içine işleyen hüzün dalgaları etrafa yayılıyor. Fotoğrafını çekmek için cep telefonuma davranınca bana sırtını dönüyor, ağaçların arasında yitip gidiyor. Anlaşılan canı sıkkın. Sabah vakti kendi başına kalmak istiyor. Ve huzuru saksafonuyla üflediği hüzünde buluyor. Benim de canım sıkkın. Yürüyorum. Sıcak bir kahve köşesi arıyorum. Birkaç satır yazmak için.
Caffe Reggio, Macdougal sokağında. Masaları fazla küçüktür, sandalyeleri rahat değildir ama gürültüsü azdır ve sadece klasik müzik çalar. Kahve kokusu ve günün ilk kahvesi iyi geliyor. Ama canım sıkkın. Son yıllarda canımın sıkkın olmadığı zaman yok ki. Kim bilir belki de hayatın bizden yana olmayan zamanlarını yaşadığımız için böyleyim. Geçen sabah da öyleydi. Soğuk karlı kül rengi bir New York sabahına kötü bir haberle uyandım: İkinci Osman Kavala operasyonu! Önce bir protesto tweet'i attım. Kesmedi. Sonra oturup iki satır yazdım, operasyona hayır diyen.
Asıl darbeci onlar değil sizlersiniz. Gerçek darbeyi hukuka vuran sizlerden başkası değil. Özgürlükleri yerle bir eden onlar değil sizlersiniz. Bu ülkede demokrasi ve hukuk sizlerin indirdiği ölümcül darbelerle kaç yıldır yok olup gidiyor. Ve gitgide derinleşen bir 'sivil darbe'yi yaşamaya devam ediyor Türkiye. Evet, protesto ediyorum.
Yazmaktan başka elimden ne gelebilir ki?.. Bu kaçıncı yazı?.. Kaç yıldır yazıyorum. Ama umut ışığı yok. Tünelin ucunda titrek bir mum ışığı bile yanıp sönmüyor. Tersine koyulaşan bir karanlık... İkinci Kavala Operasyonu da bunun yeni bir örneği. Sevgili Osman Kavala bir yılı geçti hapiste. Daha hakkında iddianame bile yok. Kimilerini hayretle izliyorum. Türkiye'deki bu hukuksuzluğu, bu acımasızlığı ses etmeden görmezlikten gelebiliyorlar. Ne kadar hazin. Canım sıkkın. Demokrasi çok uzaklarda. Hukuk da öyle, özgürlük de... Hava gitgide boğucu oluyor. Hiç mi iyi şeyler olmayacak. Demek ki hayat bizden yana değil. N'apalım öyle...
Hayatta hep bir şeyler eksik kalıyor. Ve Edip Cansever'in o şiiri yine içimi acıtıyor.
Bu gemi ne zamandır burada Çoktan boşaltmış yükünü Gece de olmuş, rıhtım da bomboş Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa Arkada, güvertede Ah, neresinden baksam sessizlik gene
Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye İçeride üç beş kişi Yalnızlık üç beş kişi Bir kadeh rakı söylerim kendime Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
- Söyle be! ne zamandır burda bu gemi - Denizin değil hüznün üstünde
Belki yarın gidecek Bir anı gelecek başka bir anının yerine
İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.