Erdoğan en kritik konularda bile artık şöyle bir yutkunmak zahmetine dahi katlanmadan aklına geldiği gibi konuşuyor. Bu defa da, “Kredi kartı falan filan almayın!” çağrısı yapmış...
Ali Babacan ve Mehmet Şimşek ise kredi kartı sisteminin özellikle kayıtdışı ekonomiye karşı önemine vurgu yapıyor. Ekonominin dümeninde olanlara Allah kolaylık versin. İşleri gitgide zorlaşıyor...
Başbakan, yatırımcıları tedirgin ediyor, 'faiz lobisi'nin değirmenine su taşıyor. Bundan en çok, AK Parti iktidarında palazlanan ve borç yükü altında olan sermaye gruplarının kaygılandıkları söylenebilir.
Tayyip Erdoğan artık aklına eseni söylüyor. Bu defa da, bir iftar yemeğinde, “Kredi kartı falan filan almayın!” çağrısı yapmış...
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise Başbakan'ından farklı düşünüyor olacak ki, 11 Ocak 2013 tarihli bir tweet'inde, “Kredi kartı kullanımı yaygınlaştıkta kayıtdışı ekonomi azalır” demiş…
Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da, 15 Haziran 2009'da yeni Başbakanlık binasında düzenlediği basın toplantısında, kredi kartı kullanımını teşvik ettiklerini açıklamıştı. Babacan, bir borç ödeme aracı olmadığına işaret ettiği ve rasyonel olmayan kullanımı için tüketicileri uyardığı kredi kartı sisteminin öneminin altını şu sözlerle çizmişti:
"Kredi kartı bir ödeme ve nakit kullanım aracıdır. Kredi kartı nakit para taşımanın risklerini ortadan kaldırmakta ve ekonomik faaliyetlerin kayıt altına alınmasında önemli bir işlev icra etmektedir. Biz kredi kartı kullanımını teşvik ediyoruz. Kredi kartı kullanımının daha da yaygınlaşması genel ekonomik çerçevede uygun olacaktır."
Teknokrat, bir başka deyişle uzman kimlikleri öne çıkan Maliye Bakanı ile ekonominin başındaki Başbakan Yardımcısı'nın kredi kartı sistemi konusunda Başbakan'la uyumlu görünmeyen görüşleri böyle.
Görünen o ki, ekonominin dümeninde olanların işi her geçen gün hakikaten zorlaşıyor.
Çünkü Başbakan Erdoğan en kritik konularda bile artık şöyle bir yutkunmak zahmetine dahi katlanmadan aklına geldiği gibi konuşuyor.
Zaloğlu Rüstem'liği elinden bırakmaya hiç niyeti yok. İçeriye ve dışarıya palasını sallamaya devam ediyor. Amerika'sı da, Avrupa'sı da, AB ve kurumları da, Almanya'sı da, Merkel’i de, İsrail’i de, şimdi Mısır’ı da bundan payını alıyor.
Özellikle Gezi Parkı sonrası kendisine bir haller oldu. Yerinde duramıyor, her daim kavga edecek, kafa tutacak birilerini arıyor, buluyor da. Sonra da dert yanıyor, “Dünya, Türkiye’nin güçlü olmasını istemiyor” diye...
Sormak lazım:
En kritik konularda bile aklına her eseni söyleyen, yedi düvele meydan okuyan, her tarafta sürekli komplolar, iç ve dış düşmanlar arayan bir Başbakan’ın ülkesinde istikrar nasıl olacak?
Yakın çevresinde, “Dur kardeşim biraz sakinleş!” diyebilecek kimse yok mu, kalmadı mı?
Tayyip Erdoğan’ın bu tavrı özellikle ekonomide belirsizliklere yol açıyor. İç ve dış yatırımcıları tedirgin ediyor, huzursuz ediyor. Ekonominin gerçek motoru olan ‘reel sektör’de soru işaretlerini körüklüyor.
Ayrıca, ekonomideki canlılığın daha çok ‘dış finansman’la, yani dışarıdan gelen parayla mümkün olabildiği göz önünde tutulursa, Tayyip Erdoğan’ın Zaloğlu Rüstem'liği bu bakımdan da olumsuz beklentilere neden oluyor. İstikrara dönük güvensizlik uç veriyor. Yoksa Türkiye’de siyasal ve ekonomik maceracılık gündeme gelebilir mi, soruları uyanabiliyor dış finansman çevrelerinde...
Bu durumun bir sonucu da, ister istemez ekstradan bir faiz baskısı oluyor. Faiz lobisi eğer gerçekten varsa, Başbakan’ın bu herkesle papaz olan tavrı, o lobinin değirmenine su taşıyor.
İş dünyası tedirgin!
Bu durumdan en çok da, Erdoğan’ın iktidar döneminde yükselen, palazlanan sermaye gruplarının kaygılandıkları söylenebilir. Çünkü, borç açısından en büyük yükün bu grupların sırtında olduğu biliniyor. Eğer Erdoğan sükunet bulmaz, bu hotzotçu tavrını devam ettirir ve kritik konularda aklına estiği gibi konuşmayı sürdürürse, ekonominin netameli dengeleri orasından burasından bozulmaya yüz tutabilir.
Sanki Türkiye’ye rahat battı!
Ekonomi iyi gidiyordu.
Çözüm süreci işlemeye başlamıştı, artık dağdan ölüm haberleri gelmiyordu.
Demokrasi çıtasını yükseltebilecek hamleler bekleniyordu.
Yeni anayasa umudu uyanmıştı.
Gezi Parkı konusunda Özalvari bir esneklik ve protesto dalgasını demokrasinin bir ürünü olarak gören bir jest her şeyi yerli yerine oturtabilirdi.
Başbakan Erdoğan bunu kıvıramadı. Tüm dengelerin altüst olabileceği bir yola girdi.
Yazık!
Tekrar ediyorum.
Ekonominin dümeninde olanlara Allah kolaylık versin. En başta da, on yıldır ekonomideki istikrar ve büyümenin sessiz mimarı Ali Babacan’a. İşi gitgide zorlaşıyor çünkü...
Abdülhamid Bilici geçen Salı günü Zaman’daki köşesinde Erdoğan’a iki tavsiye başlıklı bir yazı yazdı. Erdoğan’a iki uyarı başlığı da konabilirdi. Bu ilginç yazının bir bölümü şöyleydi:
“Ülkemizi iyi tanıyan ve son 30 yılda gelmiş geçmiş siyasi liderlerimizin hepsiyle görüşen tecrübeli Arap yazar, Türkiye’nin son dönemdeki atılımından çok etkilenmişti. Ona göre, herkesin gözünü kamaştıran bu gelişme, Turgut Özal’ın başlattığı reformların meyvesiydi. AK Parti ve Başbakan Erdoğan da akil politikaları ve olağanüstü gayretiyle bu başarıda ciddi rol oynamıştı.
Ancak Gezi olaylarından yansıyan manzara; hükümetin bu krize tepkisi ve Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında izlenen dış politika tecrübeli yazarı kaygılandırmıştı. Demokratik açıdan model olarak sunulan ülke, bir anda büyük protestolar, sert polis müdahalesi ve medya özgürlüğüyle ilgili ciddi sıkıntılarla gündemdeydi.
Komşularla sıfır problem siyasetiyle başkalarına örnek olan, bölgede herkesle konuşabilme özelliğiyle birçok krizde arabuluculuk yapan Ankara, birer birer çevresiyle sorun yaşamaya başlamış; Ortadoğu’nun girift krizlerinin dışında ilham veren bir aktörken iç ihtilaflarının parçası oluvermişti.
Türkiye’yi sadece Batı’nın yakından izlediği önyargımız nedeniyle bir Ortadoğulu uzmanın çizdiği bu resme şaşırarak, bu şartlarda Erdoğan’a danışman olsa ne önereceğini sordum. Cevabı hazırmış gibi şöyle dedi:
‘İki tavsiyem olur. (1) Türkiye’nin iç ve dış siyasette acilen sükûnete ihtiyacı var. Büyük ülkesiniz, panik yerine sakin ve sabırlı hareket edin. (2) Erdoğan için farklı fikirlere sahip isimlerden oluşan güçlü bir istişare heyeti şart.’
Ülkenin geleceğini düşünen, iktidarla maddi, manevi çıkar bağı olmayan herkesin dile getirdiği benzer tespitlerin aynısını Ortadoğulu bir isimden de duymak aslında problemin ne kadar açık olduğunun göstergesi. Omuzlarında ciddi sorumluluk taşıyan Başbakan’a bilgi ve fikirleriyle yardımcı olması beklenenler, şayet bu fonksiyonu yerine getiremiyor, bir de maksatlı yönlendirmelerle yanlış kararlara sevk ediyorsa ciddi düşünmek gerek.”
Abdülhamit Bilici’nin Salı gün Zaman’da çıkan yazısının bir bölümü böyleydi.
Ben de şunu ekleyebilirim:
Erdoğan ne yazık ki kendi yarattığı paranoyalarla kendini gitgide yalnızlaştırıyor, kendi çevresini tenhalaştırıyor, farklı ve eleştirel düşünebilecek, hoşlanmayacağı sesleri de çıkarabilecek insanları kendinden uzaklaştırırken, anlaşılan, etrafına sadece ‘evet efendimciler’in yaklaşmasına izin veriyor.
Twitter: @HSNCML