Sabah erken Katowiçe'den otobüse binip Çekya topraklarına gideceğim, Brno'ya, Milan Kundera'nın memleketine... Bu acılı, hüzünlü coğrafya galiba benim şu sıralardaki ruh hâlimi de yansıtıyor. Hüzün bende de dip yapmış durumda. Kendimi çaresiz ve çıkmazda hissediyorum. Memleketin hâllerini, ağzına kadar dolu hapishanelerini düşünüyorum...
Katowice, 3 Mart 2018
Krakow'dan dün otobüsle geldim buraya ama bana iyi gelmedi bu şehir. Ne kadar karanlık, ne kadar kasvetli. Otelin duvarlarındaki fotoğraflara bakıyorum. İçim daralıyor. Eski bina fotoğrafları, sokak fotoğrafları, siyah beyaz, insansız fotoğraflar... Neden böyle? İlle geçmişin acılarını biz de hissedelim diye mi? Sanki melankoli dip yapmış Katowice'de... Barmene bakıyorum, Coca Cola'ları şöyle bir zıplayarak, pat pat sesli açıyor, hoşuna gidiyor bu gösteri... Herkes bi türlü bu dünyada! Herkesin kendini mühimsetme tarzı başka. Memleketi düşünüyorum. TRT, 142’si Türkçe, 66’sı Kürtçe 208 şarkıyı yasaklamış... Ve Başbakan Yardımcısı Bozdağ, 'Diğer televizyonlar da böyle davransın' diye fetva vermiş... Türkiye'ye hangi pencereden baksam oynaşan hortlaklar gözüme çarpıyor. Derinleşmekte olan darbe ortamıyla, usul usul yayılmakta olan devlet terörü. Meclis'in yetkileri gasbediliyor. Devlet hukuk dışına çıkarılıyor. Yargı, medya biat kurumları hâline getiriliyor. Tek sesliliğin, tek tipliliğin hakim kılındığı bir toplum düzenine doğru hızla yol alınıyor. Farklı, eleştirel sesler terör propagandası diye, darbecilik diye, casusluk diye eziliyor. İtiraz cezalandırılıyor. Muhalefet sindiriliyor. Mahkeme ve hapishane kapıları dolu. Farklılığı, itirazı, muhalefeti yok etmek için yeraltında çetecilik örgütleniyor.
Bu Türkiye beni ürkütüyor
Simsiyah bir korku dalgası kabardıkça kabarıyor, bu Türkiye beni ürkütüyor!
Suikast timleri konuşuluyor. Simsiyah bir korku dalgası kabardıkça kabarıyor. Bu Türkiye beni ürkütüyor! Bu Türkiye benim görmek istediğim Türkiye değil. Erdoğan'a dur demek için, demokrasiye açılan yollarda yürümek için muhalefet bir an önce önyargılarından sıyrılmalı ve kendi aralarında diyalog kanalları açmalı, bir demokrasi bloku oluşturmalı diyorum. Başka çare yok. Bir demokrasi bloku ya da cephesi... Muhalefet liderleri bu gerçeği görmüyor değil. Ama bu gerçeği görmek başka, bu gerçeğin gereğini yapmak başka. Rüyamda korkunun bittiğini gördüm!
İyimser olamıyorum. Rüyamda korkunun bittiğini gördüm! Ne güzel bir şiir.
Dün gece düşümde korkunun sona erdiğini gördüm; tozla, sular, kadınlarla erkekler birlikte geldiler yeniden ve her şey sessizlik içindeydi soluk ay ışığında. Böyle bir sabrın zafer şarkısı, gülüyor, gülüyorlar bana ve günler, yeryüzünün o geniş örtüsünü çekiyorlar üstüme, otlar, ağaçlar ve çiçeklenen mevsimle kim bilir neden. (*)
Hüzün bende de dip yapmış durumda
Bu acılı, hüzünlü coğrafya galiba benim şu sıralardaki ruh hâlimi de yansıtıyor
Yarın sabah erken Katowice'den otobüse binip Çekya topraklarına gideceğim, Brno'ya, Milan Kundera'nın memleketine... Elimde dört teker küçük bir bavul; trenle, minibüsle, otobüsle yaptığım bu seyahat bana gençliğimi hatırlatıyor. Olmadık yerlere yaptığım seyahatler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gidiyor. Bu acılı, hüzünlü coğrafya galiba benim şu sıralardaki ruh hâlimi de yansıtıyor. Hüzün bende de dip yapmış durumda. Kendimi çaresiz ve çıkmazda hissediyorum. Memleketin hallerini, ağzına kadar dolu hapishanelerini düşünüyorum. Ve Çetin Altan'ın ölümünden kısa süre önceki o sözleri içimi acıtıyor:
Ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan. Hayal ettiğimiz ülke bu değildi.
Evet, Çetin Abi, 74 yaşındayım ve benim hayal ettiğim Türkiye de bu değil. Tarihçi Timothy Snyder'ın Blood Lands kitabını okudukça, 1930'lardan itibaren Hitler ve Stalin'in pençesinde kan içinde bırakılmış bu topraklarda dolaştıkça, tarihin ne kadar acımasız olabileceği aklıma kim bilir kaçıncı defa takılıyor. Ve de acıların insanları, toplumları olgunlaştıracağına, geçmişte yaşananlardan dersler çıkarılacağına dair, benim de hep inanmak istediği genellemelere olan inancım ne yazık ki zayıflıyor.
Akıl alır gibi değil ama öyle...
Bu topraklarda bunca acıdan sonra ırkçı, fanatik milliyetçilik yeniden yükselişte. Akıl alır gibi değil ama öyle. Moskova'da Putin, Lenin'lerin, Stalin'lerin Sovyet İmparatorluğu'nu özlüyor, seviyor. Avrupa Birliği'nin kafası çok karışık, yaşlı kıtadaki popülizm ve milliyetçilik AB'nin barış olan temelini kemiriyor. Polonya'sı, Macaristan'ı, Çekya'sı her geçen gün demokrasi, hukuk devleti ve Avrupa Birliği karşıtı siyasetin etki alanında. Donald Trump bir başka felaket. Batı'yı Batı yapan demokrasi, hukuk, insan hakları ve özgürlük gibi değerleri boşluyor, ticaret savaşlarına dönük adımlarla dünyada barışı tehlikeye atıyor. Putin halinden memnun. NATO'yu, Avrupa Birliği'ni bölecek fırsatları kaçırmıyor. Amerika'yla ikinci soğuk savaşın kapısını aralamış durumda. (Richard Haass, 23 Şubat 2018, Project-Syndicate) Putin'in Balkanlar'ı istikrarsızlaştıracak ince siyasetleri sahnelemeye hazırlandığı da söyleniyor.
Erdoğan sayesinde Türkiye'yle Amerika'nın, Türkiye'yle NATO'nun arasını açacak oyunları da oynayabiliyor. Britanya'yı Avrupa Birliği'nden çıkaracak kadar güçlenebilen popülist, milliyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı dalga; yarın öbür gün demokrasinin beşiği olan bu ülkeyi demokrasi rayından çıkarabilir mi, sorusunu gündeme taşıyor. Muhafazakâr basının manşetlerinde, İngiltere gibi bir ülkede, yargıçlar için halk düşmanları sözü çıkabiliyor. İngiltere'de bile ben sandıktan çıktım her şeyi yapabilirim zihniyeti, demokrasiyi demokrasi yapan yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı gibi kurumların temeline ölümcül darbeler indirmeye hazırlanıyor. Kamuoyu araştırmalarında güçlü lider beklentisi kendini belli ediyor. Fransa, Almanya, İtalya ve bir zamanların liberal Hollanda'sında da durum pek farklı değil. Popülist, milliyetçi, ırkçı partiler siyaset sahnesinde ürkütücü biçimde yükseliyor. Kitleler yeni bir savruluş içinde! Küreselleşmeden kaynaklanan adaletsizlik, işsizlik ve göçmenlik gibi derin sorunlar, 1989 Berlin Duvarı'nın yıkılışından sonraki demokrasi ve özgürlük dalgasını tersine çevirmiş durumda. Suriye'siyle, Irak'ıyla Ortadoğu bir başka âlem. Amerika'sıyla Rusya'sıyla dünyayı ateşe atabilecek çok tehlikeli oyun oynanıyor. Birinci Dünya Savaşı'nın dikişleri yerlerinden atıyor. Elinde milliyetçi-İslamcı bayrağıyla iktidarını sağlama bağlamanın peşindeki Tayyip Erdoğan da Türkiye'yi adım adım bu yangının içine sürüklüyor. Sanki dünyayı büyük bir altüst oluş daha bekliyor. Barış ve özgürlüğü daha çok özleyeceğimiz günler var önümüzde...
Yarın: Brno'dan
* Robert Creeley, Çeviren Cevat Çapan, Beat Kuşağı Şiiri / Bazen Sonsuzluk Sürüp Giderken, Seçen veTürkçeleştiren: Cevat Çapan-Nazar Büyüm, Adam Yayınları)