KOBANÊ
“Allah’a reva mıdır bu hayat?” Bu soru işaretinin çengeli, daha Kobanê’ye girerken sipsivri bir ok gibi iç dünyama asılıyor.- - Taş üstünde taş kalmamış. Füze yemeyen, bomba yemeyen, kurşun yemeyen bina kalmamış. Her taraf harabe, her taraf yerle bir, her taraf delik deşik. Yıkıntıların arasında ürkek ürkek dolaşırken uyarı geliyor: “Fazla yaklaşmayın, hâlâ patlamamış bomba var, hâlâ çıkarılamayan ceset var.” Korkunç savaş manzaralarına baktıkça, yüreğim yanıyor, tuhaf bir duygu fırtınası patlıyor içimde. Bu kadarını beklemiyordum. Sanki bu kadarı gerçek değil.
Savaş manzaraları... Beyrut’ta iç savaşın vurduğu mahalleleri 1993’te gezerken de lanet okumuştum, cehennemi yeryüzüne taşıyanlara... Saraybosna’da, Mostar’da 1995 yılı yaz aylarında dolaşırken de içim yanmıştı. İsrail’in yerle bir ettiği Suriye’nin Kuneytra şehrinin harabelerindaki acıları 2000’de hissetmeye çalışırken de savaşı lanetlemiştim. Gazze’ye her gidişimde de dehşet duyguları uyanmıştı içimde...
Kobanê’de taş üstünde taş kalmamış. Füze, bomba, kurşun yemeyen bina kalmamış. Her taraf harabe, yerle bir, delik deşik. Bu kadarını beklemiyordum
Kobanê de farklı olmadı. Cehennemi yeryüzüne taşıyanlara lanet ederek dolaştım yıkıntıların, harabelerin arasında. Hüseyin Yılmaz’ın, kısa adı DBP olan Demokratik Bölgeler Partisi’nin Parti Meclisi üyesinin o sözü hiç aklımdan çıkmıyor: “Allah’a reva mıdır bu hayat?.. Kobanê’de yaşanan bu hayatı Allah kabul eder mi?” Rojava’da koordinasyon görevi yapıyor Hüseyin Yılmaz. Kobanê’nin yeniden inşası için gayret ediyor. Ve çok dertli, Kobanê’ye yardım eli uzanmadığı için: “Vicdanı olan herkesin yardım elini uzatması lazım. İş makinalarına ihtiyaç var. Çimentoya, demire ihtiyaç var. Kütüğe ihtiyaç var. Gıdaya, sağlık malzemesine ihtiyaç var. Kış gelmeden bir şeyler yapmak şart. Bu bir insanlık mücadelesidir.” Türkiye’nin neden yardım elini uzatmadığını sorup devam ediyor: “Korkunç yıkımı kendi gözlerinizle gördünüz. Kobanê’deki yıkıma seyirci kalan, Kobanê’deki hayatı daha da zorlaştıran bir Türkiye, sadece Rojava Kürtleriyle değil, kendi Kürtleriyle de köprüleri atar. Barış hayal olur. Halbuki Kürtlerin refahı, Kürtlerin birliği barışa kapıyı açar.”
Şöyle devam ediyor: “Bakın Almanlar geldi, Kobanê’de bir hastane yapıyorlar. Ya da bir büyük sağlık ocağı, 700 metrekarelik bir alana... Burada 35 Alman sürekli çalışıyor. Almanya’da 150 kişi örgütlemişler, rotasyon içinde gayet sistemli çalışıyorlar. Türkiye’den ise Kürtler dışında kimse yok. Sivil toplum nerede? İş dünyası nerede? Hem IŞİD’le mücadele diyeceksin, hem de Kobanê’yi bu hâlde bırakacaksın! Acı ama gerçek...” Yandan bize kulak misafiri olan biri, sözü Erdoğan’a getiriyor: “Vicdanı olanların elbette içi yanar Kobanê’yi görünce... Vicdanı olmayanlar ise, bu yıkımların üstüne daha büyük yıkımlar yapmaya kalkışırlar ki, bunların başında da Tayyip Erdoğan gelir.”
‘Kobanê direnişi Erdoğan’ın ‘düştü düşüyor’ cümlesiyle ateşlendi. Kobanê destanı, Erdoğan’ın bu sözüyle yazılmaya başlandı...’
Güneşin son ışıklarının altında bir tepeye tırmanıyoruz: Miştennur. Stratejik bir tepe. IŞİD’in elinden alınırken çok kan akmış... Muhteşem bir manzara. Güneş batarken önümüzde sapsarı bir belirsizlik uzanıp gidiyor. Bir tarafta Halep’e giden yol... Bir tarafta Suruç’un titrek ışıkları... Tepeden, uzaktan Kobanê’yi seyrederken dinliyorum: “Kürtlerde asıl kırılma noktası, Erdoğan’ın düştü düşüyor sözüyle başladı. Kobanê direnişi Erdoğan’ın bu cümlesiyle ateşlendi. Bütün bölge Kürtlerinde Kürtlük bilincini, birlik duygusunu bir anda besleyen Kobanê destanı, Erdoğan’ın bu sözüyle yazılmaya başlandı.” Bir başkası devam ediyor: “DAİŞ’e karşı Kobanê savaşında büyük küçük kalmadı. Eli silah tutan her Kürt savaştı.”
Karanlık basarken ‘misafirhane’ye geliyoruz. Savaşın uzak kaldığı ender binalardan biri. Etrafı, mermi izleriyle dolu yüksek duvarlarla çevrili, Suriye devletinden kalma bir yer... Üzüm çardağının altına oturuyoruz. Şehriyeli bulgur pilavı, karpuz, lavaş ekmeğiyle o hiç bitmeyen çay turları... Mürşitpınar sınır kapısından Kobanê’ye girerken de dikkatimi çekmişti. Sarı Adıyaman tütünü saranların dışında, masalarda en çok Fransız Gitanes ve Gauloises sigara paketleri var. Gülüyor: “Kuzey’de (Türkiye Kürdistanı) iki buçuk lira bunların paketi. Marlboro ise 10 lira... Gauloises’ın paketi kırmızı olduğu için Gülasor diye satın alıyor Kürtler...”
Hüseyin Yılmaz çok dertli: Almanlar Kobanê’de hastane yapıyor. Türkiye’den ise Kürtler dışında kimse yok. Sivil toplum nerede? İş dünyası nerede?
Eruh’tan. 23 yıl önce dağa çıkmış. Birkaç aydır Kobanê’de. Çardağın altında sabah vakti sohbet ediyoruz: “Çoluk çocuk var mı?” “Yoktur. Bizim çoluk çocuk da, aile de dağdır, davamızdır.” Bana soruyor: “Türkiye’de olan biten nedir?” “Parlak değil.” “Kendisiyle birlikte her şeyi yakmak istiyor. Her diktatör gibi... Nasıl bir mayın tarlasına girdiğinin de henüz farkında değil. Dağı taşı bombalamakla ne oldu ki geçmişte, şimdi ne olacak?” “IŞİD’le mücadeleye ne diyorsun?” “Amerika’dan cesaret alıyor. Verdi İncirlik’i onlara, şimdi Kürtlerin üsüne geliyor, IŞİD bahane... ” Sözü yine Erdoğan’a getiriyor: “Her diktatör gibi sonunu kendi elleriyle getiriyor, intihar ediyor yavaş yavaş...” Malatya’dan 17 yaşında dağa çıkmış, 53 yaşında, araya giriyor: “Cüneyt Arkın filmleri gibi, çekmiş kılıcı önüne gelene salla babam salla...”
Asya Hanım: Ortadoğu’da hep böyledir. Saltanatları sarsılanlar, çareyi savaşta bulurlar. Halkını kaybedenler, çareyi savaşta bulurlar...
Üzüm çardağının altında çarşamba sabahı ilk kahvaltımı saat altı buçuk sularında yapıyorum. Dokuza doğru ikinci kahvaltı. Bu kez Rojava Yönetimi Eş Başkanı Asya Abdullah (diğeri Salih Müslim) ve Kobanê kantonu Başbakanı Enver Müslim’le birlikte oluyoruz. Asya Abdullah, Cezire kantonundan Derikli, 1971 doğumlu, Türkçe anlıyor. Enver Müslim, 39 yaşında, Kobanêli bir avukat. Halep’te hukuk okumuş. Birbirlerinin söylediklerini genelde paylaşıyorlar. Her ikisi de, Erdoğan’dan kaynaklanan ve Sabah’ın manşetinde patlayan, “PYD, DAİŞ’ten daha tehlikeli” manşetine fena hâlde tepki gösteriyorlar. Geçmişte Türkiye’nin IŞİD’e desteği konusunda herhangi bir kuşkuları yok. Bu konuda konuşmayı bile gereksiz bulan bir havaları var.
IŞİD’e karşı Türkiye’nin açmış olduğu mücadele için olumlu bir adım demekle birlikte, bu konuyu da samimiyet açısından sorgular bir üsluba sahipler. Kısacası: Türkiye’ye güvenmedikleri anlaşılıyor. Asya Hanım, “Madem DAİŞ Türkiye’nin de güvenliğine büyük tehlike, o zaman gelin birlikte ortak mücadele stratejisi oluşturalım” diyor. Erdoğan’ın ‘Rojava devrimi’ni hiç sevmediğini elbette biliyorlar. İkisinin ortak söylemi şöyle: “Rojava devrimini, DAİŞ’le mücadele bahanesi altında nefessiz bırakmak isterse, buna karşı sonuna kadar mücadele ederiz.” Şu noktayı vurguluyorlar: “DAİŞ’le mücadele çerçevesinde Türkiye’nin PYD ve PKK alanlarına yaptığı saldırıları protesto ediyoruz.” Asya Hanım şöyle diyor: “Bizim demokratik toplum projemiz, Rojava modelimiz kimseye karşı değil. Ama Türkiye bu demokratik projenin önünü kesmek istiyor. Neden bize el uzatmıyor ki Türkiye?.. Düşmanlık sözcüğünü kullanmak istemiyorum. Suriye’de asıl demokrasi projesini oturtmak isteyen Kürtlerdir. Ama ne yazık ki Türkiye’nin korkulu rüyası, bizim Rojava’daki demokrasi modelidir. Oysa, Rojava devrimi Suriye devrimidir.”
Bir ara sohbet Ortadoğu’da dikta rejimlerine, Baas’cılığa geliyor. Türkiye’yi, Erdoğan’ın savaşçı politikalarını konuşuyoruz. Rojava yönetimi Eş Başkanı Asya Hanım, bu bölgeyle ilgili siyaset oyununda zincirin çok önemli bir halkasını çekiyor: “Ortadoğu’da hep böyledir. Kendi saltanatları sarsılanlar, çareyi savaşta bulurlar. Halkını kaybedenler, çareyi savaşta bulurlar.”
Saddam, Esad örneklerini vermekle yetiniyor. Ben Tayyip Erdoğan da öyle değil mi diye üstüne gidince, susma hakkını kullanıyor, ama gülerek... Diyarbakır, Urfa, Suruç, Kobanê’den birer yazı çıktı. Yarın Kobanê’den bir yazı daha çıkabilir.