Tarihte kepaze sayfalar hiç eksik değildir. Her ülkenin tarihinde bu sayfalara rastlanır. Kiminde az, kiminde çoktur. Önemli olan, içinde insanlığa karşı suç yazan, vicdanları kanatan bu kara sayfalarla ‘yüzleşmek’tir. Dünyada devletler vardır, bu yüzleşmeyi yapar ve özür diler. Bu tutum insanlığın vicdanını rahatlatırken, toplumlarda barış ve huzur kapısını açar. Devletler vardır, insanlığın gereği olan bu hesaplaşmadan, yüzleşmeden yıllar yılı kaçmaya çalışır. Dünyada sayıları gitgide azalmakta olan bu devletler arasında ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti de yer alır.
Bugünlerde yeniden güncelleşen Dersim ’38 Kıyımı, Cumhuriyet tarihimizin kara sayfalarından biridir. Hatırlayacaksınız. Dersim’de insanlığa karşı suç işlenirken bir devlet görevlisi olarak orada bulunan, 1960’ların dışişleri bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil, kendisi de Dersimli Kürt-Alevi olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun teybine şu itirafta bulunmuştu: “Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi.” Şimdi bu zehirli gaz kullanımıyla ilgili olarak bir belge ortaya çıktı. Yıl 1942. Başbakan Refik Saydam, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’a bir telgraf gönderir. 19 Şubat 1942 tarihli bu telgrafta, Dersim’de yakıcı ve boğucu gaz kullanıldığını belirtir, bundan utanç duyduğunu vurgular.
Bugünlerde yeniden güncelleşen Dersim ’38 Kıyımı, cumhuriyet tarihimizin kara sayfalarından biridir.
Başbakan Refik Saydam’ın Dersim 1938’den dört yıl sonra, 1942’de, devrin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’a telgrafı şöyledir:
Çok sayın komutanım Fevzi Çakmak, Tedip ve Tenkil harekatının neticeleri ve sonuçları hakkında rapor hazırladığımızı bir üst yazı ile size iletmiş idim. Alpdoğan Paşa’ya kızmanıza gerek yok. Bir hekim olarak, yakıcı ve boğucu gazların, düşman askerlerine bile uygulanmasına karşı olduğunu belirtmeliyim. Tunceli’de kullanılan bu gazların bir daha kullanılmaması için yasa teklifi hazırlamaktayız. Ön hazırlıklar raporda ifade edildiği üzere kendi halkına kullanılan bu gazların toplu sivil ölümlere yol açtığı görülmektedir. Bir hekim olarak da, bir insan olarak da bundan utanç duyduğumu belirtmeliyim. Bir daha tekerrür etmemesi için gerekli yasal çalışmaları başlattığımı belirtmek isterim.
Sözü uzatmak anlamsız. 1938 Dersim’in nasıl bir kıyım olduğunu, bu acıyla yüzleşmeden, bu acıdan dolayı devlet olarak özür dilemeden bu derin yaranın kapanmayacağını anlamadığımız sürece, Dersim’38 bu ülkede barış ve huzurun altını oymaya devam edecek sorunlardan biri olarak kalacaktır. Hiç kuşkunuz olmasın. Geçmiş muhasebesi insanların da, toplumların da olgunlaşmaları, iç huzuruna erişmeleri için gereklidir. Böyle bir muhasebeyi, böyle bir yüzleşmeyi Türkiye’de bize unutturan, Cumhuriyet’in 1923’teki kuruluşundan beri bizi yalanda yaşatmayı iş edinmiş bir resmi tarih anlayışımız var. Bundan kurtulmalıyız. Barış adına yapmalıyız bunu. İnsanlık adına yapmalıyız. Bizim resmi tarih gerçekleri tahrif etmiş, icat edilmiş bir tarihtir çünkü… Böyle bir tarihle, bu toplumda ancak insanları birbirine düşman eden, farklılıkları reddeden kafalar yetişir çünkü… Bugüne kadar olan budur. Ama bugün de değişen bir şey yok! Bugün hâlâ Dersim ve özür sözcükleri bir araya geldiğinde malum yaftalar hava uçuşmaya başlıyor: - Şerefsiz! - Vatan haini! - Satılmış!
Oysa, daha özür dilenecek o kadar çok tarih sayfamız var ki. Sadece Dersim yok, 1915 de var. Sadece 1930’ların Trakya pogromu, Varlık Vergisi yok, 6-7 Eylül de var. Sadece Kahramanmaraş, Çorum yok, Madımak da var. Elbette Roboski de var. Peki ya Kürt yok, Türk var?.. Onu unuttuk mu? Bugün de devam etmiyor mu asimilasyon? Kürtçe eğitim başlamadan asimilasyon biter mi? Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Kürt kimliğinin inkar edilmesinden, Kürtlerin bugün hâlâ asimile ediliyor olmasından dolayı da bu devletin Kürtlere bir özür borcu yok mu?.. Evet var. ‘Erdoğan iktidarı’na anımsatılır.