Mayakovski'nin şiirinden bir dizeyi cımbızla çekip alıyorum:
...ve her şeyin canı cehenneme diyebilmek! (*)
Sonra da çekip gitmek...Enis Berberoğlu hakkındaki mahkeme kararını okuyunca, içimde önce her şeyin canı cehenneme duygusu kımıldadı.Benzer bir duygu son Osman Kavala iddianamesini okuyunca da uyanmıştı içimde...Yapamadım.Sonra da bilgisayarımı açtım, yazımın başlığını büyük harflerle yazdım:
LANET OLSUN!
Evet öyle.Adalet değil bu.Hukuk değil bu.Yargılamak değil bu, ille de cezalandırmak...İlle de intikam almak...Yuh olsun demek geliyor içimden...Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayan, "Ben halkın oyuyla seçtiğini ille de hapse atacağım" diyen bir zihniyetle ne hukuk devleti olur, ne de adalet...Şu hâle bakın.
Sözcü davası...Çağdaş Hukukçular, avukatlar davası...Canan Kaftancıoğlu davası...Can Dündar mal mülke el koyma davası...Selahattin Demirtaş davası...Sırrı Süreyya Önder davası...Şimdi de Enis Berberoğlu...Hep aynı yargıç...Mahkeme mahkeme dolaşıyor.Sanki bir yargıç değil..."Yüksek otorite"nin üstüne çarpı işareti koydukları hapishaneyi boyluyor ya da hapisten çıkamıyor. Kararların çerçevesini hukuk değil, "Sen benim otoriteme nasıl karşı çıkarsın" tepkisi çiziyor.Adaletti, hukuktu hak getire...En korkuncu:Anayasa Mahkemesi'nin kararları yok sayılıyor.Daha dün yüksek mahkemenin Enis Berberoğlu kararı hiçe sayıldı, çöpe atıldı.Ondan önce Ahmet Altan kararı...Şahin Alpay kararı...Mehmet Altan kararı...Osman Kavala kararı...Evet, Anayasa Mahkemesi yok sayılıyor.Acıklı bir durum ama öyle.Yüksek mahkemeyi bir anayasa değişikliğiyle ortadan kaldırmak isteyen iktidar, bunu fiilen gerçekleştiriyor, yüksek mahkeme kararlarını çöpe atarak gerçekleştiriyor.Kısacası:Anayasa Mahkemesi'nin kapısına kilit vurulmuş durumda..."Hukuk"la birlikte Anayasa Mahkemesi de artık bu memlekette bir vitrin süsü, o kadar...Lafı uzatmak yersiz.Bugün Türkiye'de yargı bağımsızlığı yok.Güçler ayrılığı yok.Bütün ipler "tek adam"ın elinde...Bir başka hazin deyişle:Demokrasi ve hukuk devleti rafa kaldırılmış durumda...
Sevgili Enis kardeşim;14 Haziran 2017'de yine bu köşedeydin.25 yıl hapis cezasına çarptırılmıştın.Ben de şu satırları yazmıştım.
Demek, sonunda casus da oldun. Demek, sonunda "devletin sırları"nı da ifşa ettin.Demek, sonunda "devletin güvenliği"yle de oynadın.Demek, sonunda devletin iç ve dış güvenliğine zarar da verdin.Demek, sonunda "silahlı terör örgütü"ne de bilerek ve isteyerek yardım ettin. Sevgili kardeşim; Bu memleket her geçen gün koskocaman bir tımarhane oluyor. Akıl alır gibi değil.Mahkemelerinde, seni casus ilan edebilen bir memlekette...Mahkemelerinde, seni devletin iç ve dış güvenliği aleyhine çalışan bir insan olduğunu ilan edebilen bir memlekette... Mahkemelerinde, seni silahlı bir terör örgütüne "bilerek ve isteyerek yardım ve yataklık etmek"le suçlayabilen bir memlekette...Mahkemelerinde, seni bunlardan dolayı 25 yıl hapse atabilen bir memlekette... Evet sevgili Enis kardeşim;bütün bunların yaşanabildiği bir memlekette, demokrasi de kalmamıştır.Hukuk da kalmamıştır.Adalet de kalmamıştır.Özgürlük de kalmamıştır.Senin bu mahkûmiyetin, savunduğumuz bütün bu değerlerin bu memlekette yerle bir edildiğinin yeni bir kanıtıdır.
Sevgili Enis;Hiç yalnız kalmayacaksın.Hep yanında olacağız.Her şeyin canı cehenneme, deyip gitmek yok! Lanet olsun diyeceğiz.Ama her şeye rağmen adaleti, hukuku, özgürlüğü bu memlekette savunmaya devam edeceğiz.
* Moskova'da Bir Beyefendi, Amor Towles,
Hep Kitap, sayfa 144.