İstanbul'da, bu topraklarda doğmuş Ermeni dostlarla dertleşiyorum.İçim acıyor.Duygularını tek sözcükle ifade ediyor biri:
Tedirginiz!
Bir başkasının sesi:
Hep aynı şeyleri yaşamak zorunda mıyız?Gerçekten inanamıyorum.
Öteki yakın geçmişe uzanıyor:
İstanbul'da 1990'lı yılların başıydı.Yine Azeri - Ermeni çatışmasıpatlamıştı. İlkokuldaydım.Okula gidemiyordum,evden bırakmıyorlardı.Korkmuştuk, bomba falan patlar diye...
Bir başkası:
Bugün nasıl olalım?Canımız sıkkın...Bu memlekette bize rahat yok.
Bir tweet:
Emin olduğum bir şey varsa o da şu: İstanbullu Ermeniler dükkanlarını açmaya giderken ayakları geri geri gidecek.
Garo Paylan'ın sesi çalınıyor kulağıma:
Savaşa karşı barışı savunmak için, barışa inanan tüm kişive kurumları savaş politikalarına karşı seslerini yükseltmeye çağırıyorum.
Agos'ta bir yazı okuyorum:
İlk kez korkmayabaşladım.
İçimde bir hüzün dalgası kabarıyor:
Senelerdir Türkiye’de yaşamayı seçmiş, yaşadığım yeri ev olarak gören biriyim.Yaşadığım ülkenin,sınırda düşen çocuklara,sokaklarda vurulan sivillere,mahvolan hayatlara duygusuz bakışı, buna sevinişi korkutucu. Kaldı ki bir Ermeni için güvenlik konusunda hiçbir zaman parlak bir yer olarak görülmeyen bu ülkede ilk kez korkmaya başladım. Sevdiğim, her gün selamlaştığımkomşularım, bakkaldaki abi,sucu acaba bana selam verirkenne düşünüyorlar, televizyondan bangır bangıryayılan düşmanlığıiçselleştirmişler midir, diye düşünmeden edemiyorum.
Varduhi Balyan'ın Agos'taki yazısını okurken içimde bir hüzün dalgası... Acısını hissetmeye çalışıyorum.Derin acısını anlamaya çalışıyorum.Oysa, ne kadar umut dolu zamanlar da yaşamıştık. Daha dün gibi...2008 yılı Eylül ayının Erivan'ını hatırlıyorum. Acının değil umudun, karamsarlığın değil iyimserliğin yaşandığı zamanlardı. İlk kez bir Türkiye Cumhurbaşkanı, Abdullah Gül Ermenistan'ın başkentine gelmiş, futbol diplomasisi yapıyordu.Herkesin ağzında Türkiye - Ermenistan normalleşmesi...Sınırların açılması...Diplomatik ilişkilerin kurulması...Türk - Ermeni dostluğu...Ağızlarda umutsuz yaşanmaz sözü...
O geceyi hiç unutmam.Gazeteci milleti kendine yine iyi bir meyhane bulmuştu:The Real Armenian Kitchen.Kökleri İzmir'e uzanan Artuş Babayan'la eşinin kendi elleriyle hazırladıkları birbirinden leziz meze ve yemekler... Ermeni şarabı ve konyağıyla dolu kadehler Türk-Ermeni dostluğu için kalkıyor.Uzun masada, yakın geleceğe dönük barış beklentilerinin fena halde ağır bastığı heyecanlı konuşmalar yapılıyor. Ben de konuşuyorum.Bir yıl önce kaybettiğimiz Hrant Dink'i anarken göz yaşlarımı tutamıyorum.2008 yılı Eylül ayında, evet, ilk defa bir Türk Cumhurbaşkanı'nın, Abdullah Gül'ün Erivan'a geldiği o zamanlarda ne kadar da iyimserdik barış konusunda...Bir de bugünkü halimize bakın.Bir karamsarlık çukurunun dibinde kıvranıyoruz.Azerisi, Ermenisi, insanlar ölüyor. Daha acısı, bu ülkenin ne iktidarından ne de muhalefetinden barışa dair tek bir kırıntı bile yok. Ne kadar hazin. Milliyetçilik illeti insanlığın yakasından hiç mi düşmeyecek?..