Hürriyet'in manşetinde bugün eski MİT Müsteşarı, emekli Büyükelçi Sönmez Köksal'ın ilginç açıklamaları yer alıyor. İpek Özbey'in yaptığı söyleşiyi dikkatle okudum. Sönmez Köksal'ın söyledikleri var. Söylemedikleri var. Yutkunduğu yerler var. Satır aralarında söyledikleri var. Bir yerinde şöyle diyor:
Taha Akyol’un 12 Ekim’de Hürriyet’teki köşesinde de yazdığı gibi, böylesine tehlikeli bir dönemde bize ışık tutacak iki önemli unsur var: İlki 70 küsur yıllık kolay elde edilmemiş çoğulcu demokrasi kazanımlarımıza sahip çıkmak; diğeri ise geleneksel diplomasi imkânlarını sonuna kadar kullanarak dost sayımızı artırmak.
Eski MİT Müsteşarı, burada da neyin ne olduğunun gayet iyi farkında
Sönmez Köksal, diplomatik dilin inceliklerine sığınarak konuşmuş, yani Tayyip Erdoğan'a dokundurmaktan kaçınmış... Bu ülkede artık "çoğulcu demokrasi kazanımları" diye bir şey kalmadı ki. Kalmayan birşeye nasıl sahip çıkılacak ki? Erdoğan iktidarı altında demokrasi ve hukuk çoktan buharlaştı, eski deyişle tebahhur etti gitti. Yine, Erdoğan'ın dışarıda "dost sayısını arttırmak" gibi bir derdi de yok çoktan beri. Kaç zamandır yedi düvele kılıç sallayarak Türkiye'nin düşmanlarını çoğaltmaya devam ediyor. Bu iki gerçeği Sönmez Köksal elbette biliyor, ama anlaşılan mesleğinin bir gereği olarak diplomatik dille, yutkunmayı tercih ediyor. Olabilir. Bunun gibi bir başka konu daha var: Erdoğan'la birlikte Türkiye'nin Batı'ya arkasını dönmeye başlaması... Eski MİT Müsteşarı bu noktaya da haklı olarak parmak basıyor, ancak eleştirisini fazlasıyla üstü örtülü yapıyor:
Global olarak ve özellikle Türkiye’yi saran bölgedeki değişiklikler, Irak’taki Amerikan işgali sonrası gelişmeler, Suriye iç savaşına yaklaşım farklılıkları, Kürt sorunundaki açılım politikalarının sona ermesi, bu olayların yarattığı genel iklim içinde hükümetin Batı’dan ve Batı değerlerinden kopma zannı yaratan söylemleri, Washington’da ve Batı başkentlerinde Türkiye’nin konumu hakkında ciddi bazı soru işaretlerinin doğmasına yol açtı.
'Türkiye nereye gidiyor, öngörünüz nedir' sorusuna da Sönmez Köksal'ın yanıtı son derece gerçekçi gözüküyor
Eski MİT Müsteşarı, burada da neyin ne olduğunun gayet iyi farkında. Ama dilini, "hükümetin Batı’dan ve Batı değerlerinden kopma zannı yaratan söylemleri" derken öylesine inceltmiş ki, neredeyse kopacak. İlahi Sayın Müsteşar! Orta yerde "Batı'dan kopma zannı yaratan söylemler" yok artık; Türkiye'yi Batı değerlerinden çatır çatır kopartmakta olan adımlar var adımlar... Sönmez Köksal, Irak, İran, Kerkük konularında yutkunmamış, uyarılarını açık dille yapmış. Örneğin, "Barzani’nin referandumuna ihtiyatlı yaklaşmakta fayda var" uyarısının altını çizmekte yarar var. Bu konuda şunları söylüyor Köksal:
Şimdilik Tahran ve Bağdat’la aynı tutumda görünüyoruz. Unutmayalım ki Bağdat Tahran’ın kontrolünde. Devrim Muhafızları, Hizbullah ve Şii Haşdi Şabi güçleri sadece Irak’ta değil, Suriye’nin her tarafında at koşturuyor. İran ise PJAK, yani PKK ile anlaşma yaparak kendisine dönük terör eylemlerine son verilmesine karşılık, özellikle Suriye’de Devrim Muhafızlarının ve Haşdi Şabi’nin PYD’yi rahat bırakmasını sağladığı biliniyor. İran’ın geleneksel Kürt politikası bütün Kürt örgütleriyle aynı zamanda hem dost hem düşman olmaya dayalıdır. Zarifi’nin (İran Dışişleri Bakanı) Talabani’nin cenaze töreninde verdiği fotoğrafı unutmayalım.
Eski MİT Müsteşarı Köksal, "Kuzey Irak’ta Barzani’nin aşırı zayıflatılması PKK’nın ekmeğine yağ sürer" dedikten sonra, Kerkük'e ilişkin uyarılarını da satır aralarına bırakmıyor:
Kerkük konusu çok daha sıkıntılıdır. Bağdat’ın tam kontrolüne geçmesi dolaylı olarak İran’ın kontrolü anlamına gelir. Çok etnili otonom statüsü Türkiye açısından yaşamsaldır. Bu konuyu güncelin dışında, çok uzun vadeli düşünmek gerekir.
Köksal'ın bir başka açık değerlendirmesi de, Kuzey Suriye ya da Suriye Kürdistanı'yla ilgili:
Türkiye-ABD ilişkilerini bekleyen en önemli meydan okuma, Suriye’nin geleceği ve bu gelecekte PYD’nin rolü ile elinde bulunan silahlarla eğitimli 60.000 kişilik silahlı gücü. Bu durum, en kötü ihtimalle geriye döndürülemeyecek bir veri/gerçek olarak değerlendirilmelidir. Türkiye, geleceğe dönük bütün hesaplarını, bu gerçeği göz önünde tutarak yapması kaçınılmaz.
"(Bölgede)Türkiye nereye gidiyor, öngörünüz nedir" sorusuna da Sönmez Köksal'ın yanıtı son derece gerçekçi gözüküyor:
Önümüzde en kaba haliyle iki ayrı yol var gibi görünüyor: Ya çok kanlı bir hesaplaşma veya aklın galip geleceği barışçı çözüm. Kanlı hesaplaşma Türkiye’nin geleceğini karartır ve yıkıcı sonuçlarını öngörmek mümkün değil.
Sönmez Köksal konuyu Kürt sorununa getirip, satır aralarına hiç bırakmadan, açık dille şu değerlendirmeleri yapıyor:
Türkiye adına Kürt denen sorunun hâlli yolunda geçtiğimiz dönemde Cumhuriyet tarihinin en cesur en önemli adımlarını atmıştır. Çözüm sürecinden bahsediyorum. Sınırlarımız dışındaki oluşumlar o ülkeleri ilgilendirir. Barışçı olmaları koşuluyla tarihsel beraberliğimiz de kutsaldır. Cumhuriyet döneminde de “pasavan” uygulaması vardı. Türkiye’de toprağı olan insanlar gündüz tarlasında çalışır, gece pasavanla sınırı geçerek evine giderdi. Güney’in petrolü ve Türkiye’nin iş dehasının birleşmesiyle sınır boyumuzda kurulacak ‘cluster/cazibe merkezleri’nin sınırın her iki yakasında yaşayanlara refah getireceği bir senaryoyu pek âlâ hayal etmek mümkün.
İpek Özbey burada, "Şu anda çok tartışılacak bir şey söylüyorsunuz" diye araya giriyor. Sönmez Köksal yutkunmuyor, devam ediyor:
Bu söylediklerim hayalci ve saf bulunabilir. Ancak, Türkiye’nin ufkunun açılması, biriken enerjisinin olumlu bir mecraya sokulması hepimizin sorumluluğunda. Sınırlarımızın hemen ötesiyle düşmanlaşıp, yabancı güçlerin etkisine bırakmamak, en önemli hedefimiz olmalı.
Uzun lafın kısası, eski MİT Müsteşarı, emekli Büyükelçi Sönmez Köksal'ın Hürriyet söyleşisini, satır aralarını da okuyarak şu beş noktada özetlemek mümkün:
1. Demokrasi ve hukuk devleti... 2. Batı'dan kopmamak... 3. Yurtta sulh cihanda sulh... 4. İçeride Kürt sorununu çözmek... 5. Bölge Kürtleriyle barış...
Son söz: Ama ne yazık ki şimdi bu noktalara o kadar uzağız ki.