Sevgili Hasan, 28 Aralık 2017
Her duruşmada seni gördük. Türkiye'nin şartları icabı yalnız bırakıldığımız, birkaç istisna dışında adeta kaderimize terk edildiğimiz bir ortamda senin mevcudiyetin teselli verdi, güç verdi.
Sevgili Hasan gerçek dostsun. Yazılarını da Aslı çıktı alıp bana ulaştırıyor.
Siyasi konjonktürün baskısı hâliyle bizi de etkiliyor. Aile ile sadece haftada bir 35 dakika görüş ve 15 günde bir, 10 dakika telefon.
Her vedadan sonra üzerine çöken o ağır yalnızlık duygusu. Kelepçelenip jandarma arabasında bir bölüme kitlenerek itiraz etmeye hakkı olmayan, sadece talimatları yerine getiren cansız bir varlık, bir eşya gibi mahkemeye taşınmak. Sevdiklerini gördükten sonra kırık dökük, bezgin koğuşa dönmek. Bazı utanmaz gazetecilerin, terörist ya da darbeci ithamlarına maruz kalmak. Açık oturumlar da "kadrolu" elemanların tartışmalarını izlemek. Suskun ve korkan bir topluma dönüştüğümüzü fark etmek. Bütün bunlar insanın moralini bozuyor; umudunu kırıyor.
Hayatım boyunca darbe ve askeri vesayetle mücadele eden benim gibi biri, TCK 309'dan, bilerek isteyerek, cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirmek ve cemaat diktatörlüğü kurmakla suçlanıyor. Benim, laik demokratik cumhuriyeti yıkmak ve yerine molla rejimi kurmak gibi bir amacım olabilir mi? Her duruşmada bunu izah ediyoruz ama nafile...
Nazlı Ilıcak: Yargıtay içtihatlarına mı uyulacak yoksa bir utanç vesikası olarak, Türk siyasi ve adli tarihine geçen "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" içtihatlarına mı uyulacak? Bunu gerçekten merak ediyorum
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 14 Temmuz 2017'de aldığı bir kararda darbe suçunun maddi unsurunun cebir ve şiddet olduğunu, cebirin, maddi cebir olması gerektiğini, araç fiilen suç olması, amaç suçla arada bir illiyet bağı bulunmasının da icab ettiğini vurguladı. Ayrıca, eylemin, amaç suçun, yani darbenin gerçekleşmesine elverişli olması şartını hatırlattı. İki tweet atarak birkaç yazı yazarak darbenin asli faili olunabilir mi?
Kaldı ki, 309'uncu madde, 2009 yılında Meclis'e geldiğinde, suçun maddi unsurları "cebir ve tehdit" idi. CHP ve AKP milletvekilleri müşterek bir önerge vererek, "cebir ve şiddet" olarak değiştirdiler.
Bu önergenin gerekçesinde, yanlış yorumlarla gazetecilerin suçlanmaması gereği şöyle vurgulanıyordu: "Anayasamızda güvence altına alınmış olan ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında kullanılan hakların Anayasayı ihlal suçu kapsamında değerlendirmeyeceğinin daha açık biçimde vurgulanması ve bu bakımdan ortaya çıkabilecek tereddütlerin giderilmesi için, böyle bir değişikliğin yapılması gerekli görülmüştür."
O tarihte Adalet Bakanı olan Cemil Çiçek, hükümetin değişiklik önergesini benimsediğinden bahisle şöyle konuşmuştu: "Uygulayıcılar, kanun koyucunun muradını göz ardı etmemelidir. Kanun koyucunun muradı özgür bir Türkiye meydana getirmektir. Hukukun üstün olduğu bir Türkiye meydana getirmektedir. Bu değişikliği, tereddütler meydana gelmesin diye benimsedik."
Acaba Cemil Çiçek, gazetecilerin asli fail olarak, ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasına ne diyor?
Arzu, sekreterim, sana bazı belgeler ulaştıracak. Sen zaten duruşmaları takip ettiğin için biliyorsun. Ama elinin altında da bulunsun.
Yargıtay içtihatlarına mı uyulacak yoksa bir utanç vesikası olarak, Türk siyasi ve adli tarihine geçen "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" içtihatlarına mı uyulacak? Bunu gerçekten merak ediyorum.
İlgine tekrar teşekkür ederim. Ayşe'ye saygılar, çocukların gözlerinden öperin. Sabrın sonu selamettir diyelim.
Nazlı Ilıcak