Günlüğümün sayfaları arasında15 yıl önceye gidiyorum
İstanbul, 11 Mart 2006Hakkâri'den geliyorum.Bizim orada kış bu yıl amansızdı. İnsan boyu kar yağdı. Ayşeler'in çatısına çığ düştü. Ayşe bahara hasret.Ayşe'nin hasreti hem bahara, hem oğluna...Baharın dağa gidip pancar toplayacak.Pancarı Hakkâri'de satacak. Biriktirdiği parayla oğlunu zindanda ziyaret edecek. Hakkâri'de bu yıl çok kar yağdı, insan boyu... Hakkâri'de belki de kimse baharı Ayşe kadar özlememiştir.
Ayşe Türkçe bilmiyor.Hakkâri'den çıksa da gideceği yerİstanbul olmaz, oğluna gider, dört duvar arasında tam 15 yıldır mahkûm oğlunaÇoğu akranı gibi Ayşe, ne Türkçe biliyor, ne de doğum gününü.Ne okul gördü Ayşe, ne de oyun. Çocukken işi anasına yardım etmekti. Odun toplamaktı dağlardan. Evdeyken bebeler, kardeşleri hep sırtındaydı. Hele en kıymetli erkek kardeşi Xelife'yi az mı taşımıştı? 12 yaşında bir çocukken, babası tarafından, babası yaşında biriyle gerdeğe sokuldu... Çalı çırpıdan çardağın ortasında yere serili kilimin üzerinde yeni sahibiyle buluştu Ayşe. Aciz sahibiyle... 16 yıl mapusluktan sonra "nîvruh" yani"yarı canlı, yarı ölü" çıkmıştı kocası. Hastaydı, halsizdi. Yeri muhtemelen hastaneydi, ama ona derman diye Ayşe'yi verdiler. Ayşe ona çocukluğunu, gençliğini verdi, yine de kurtulamadı onun öfkesinden. Zindanda biriktirdiği öfkesinin şamar kadınıydı Ayşe. Kocasından sonra evlenmedi Ayşe... Yedi çocuğuna baktı. "Mahkûmlar," diyor Ayşe, "Onlar aldılar ömrümü... Hüznümün, acımın sebebizindanlar..." Kocadan sonra kardeş ve oğul acısı.Bu ülkenin büyüklüğünü, gezdiği cezaevlerinden öğrendi Ayşe... Önce kardeşi Xelife yattı beş buçuk yıl Sivas zindanında... Yirmisindeydi, üç yaşındaki oğlu Sait'ten ve Emine'den kopardılar. Sonra da Resul'ün zindanları ile şehirleri tanıdı Ayşe... Diyarbakır, Antep, Bursa, Elbistan ve Bitlis... Ne çok zindanı vardı ülkenin!Zindanların kasveti daha bir daralttıyorgun, yaralı yüreğini. Yine de banayüreğini açtı. Ayşe'nin gözdesi Resul. Yıllar sonra bayramdan bayrama görebildiği oğlu.
"Resul eve aş getirmek için gitti" diyor Ayşe: "Koyunları güdüyordu, daha küçük bir çobandı, koyunları severdi, en çok da kuzuları. Okula gidemedi, koyunları gütmek için... Dağları avcunun içi gibi bilirdi.En iyi otlakları daha küçükken öğrendi. Derken kendilerine 'Karker' [PKK gerillaları] denilenlergelmeye başladılar, Resul onlara azığını verirdi... Bir gün azığını dertop edip verdim. Sürüyü önüne katıp dağa gitti. Ondan beridir de kendisine özgürce dokunamadım. Kayboldu Resul. Her yerde aradım...Korktum... Önce öldü sandım.Sonra izini buldum. Sevindim yaşıyordu,'Asker,' dediler, 'ama o daha çocuk,'dedim. Dinletemedim. Sorma, dediler... Özgürlük, dediler. 'Ama Resul daha çok küçük,bilmez,' dedim.Bir daha haber gelmedi ondan, negördüm ne kokladım Resul'umu..."Sonra, iki yıl sonra, haber geldi.Baze'de korucular vurmuş, öldüdeyip bırakmışlar önce... Resul yaralı, bir çalının arkasınagizlenmiş. Sonrasında mı? Korucular, "Bir terörist yakalandı,"diye müjdelemişler devlete.Şimdi zindanda Resul...
Bahardı, 1994'ün baharı.Dört kişiydiler. Üçü içeri girdi, biri dışarıda etrafı gözetliyordu. Girenler Kalaşnikoflarının namlularını Ayşe'nin kardeşine, Xelife'ye doğrulttular. Yer sofrasındanamlularla yüz yüze eldi. "Kalk, bizimle geleceksin!" Kurutulmuş domatesli pilavı kaşıklamayı bıraktı, gitti. 23'ündeki oğlu Sait, "Ben de geleyim," dedi. "Gerek yok," dediler, "işimiz kısa sürecek, hemen döner."
Ama dönmedi! Sofra ortada kaldı. Elleri arkasından bağlı,kafasında beş kurşun! Akrabalar cesedini buldu ertesi günXelife'nin. Elleri arkadanbağlanmış, kafasına beş kurşunsıkılmıştı. Cesedi hâlâ kanıyordumezara konduğunda... Kanını eşarbıma sürdüm, diyor Ayşe... Kardeşimi Havar vurdu, diyor Ayşe, oydu eve gelenlerin başındaki. Havar, Kahraman Bilgiç... 'Hain' diye vurdular, diyor Ayşe...
Sümbül Dağı’nın eteklerinden Hakkâri’yi seyrediyorum. Çabuk çabuk adımlarla geliyor. Yaşlı bir kadın. Belli, söyleyeceği bir şeyler var. Adı Hızu, soyadı Taş. “Buyur Hızu Teyze,” diyorum. Çukurca’nın Kavuşak köyünden devlet zoruyla Hakkâri’nin en yoksul kenarmahallesindeki bir gecekonduya göç edenlerden... “Yaz evlat,” diye söze başlıyor: “Biz barışa susamışız!” Yüreğinden dökülüyor sözcükler: “Dağdaki gerilla da, asker de bizim çocuklarımız. Barışa sahip çıkın, mahkûmları affedin!” |
"Kardeşim hiç hain olmadı kızım. Evinde her gün on adama ekmek verirdi.Hiç korucu olmadı Xelife, karşıydıkoruculuğa; koruculuğu mertliğine yediremiyordu. Gitti işte, hem de hain damgası ile... Sonra da mektup yolladılar bize; 'Hain değildi,' diye. 'Onu vuranlar haindi,' diye..."Bir daha hiç kına yakmadı Ayşe. Saçları bembeyaz şimdi.
Beyazı seviyor Ayşe.Bayramda üzerindeki karaları çıkarıp beyaz giyiyor Ayşe. En sevdiği beyaz elbisesini oğlunu zindanda ziyaret edeceği zaman giyiyor.Kızıyormuş Resul, neden giyiyorsun,çok eskidi, lekeli diyormuş... Ama yüreği el vermiyorbu beyaz "kiras"ı [geleneksel Kürt kadın kıyafeti] atmaya. Oğlundanyadigâr. Resul almıştı, daha küçükkentüccarlarla sınırı geçipIrak'a gittiğinde... Onun hediyesiydi...
Hâlâ Resul kokuyor, diyor Ayşe.Kar boldu bu yıl, Hakkâri'de.Bereket, diyor Ayşe.Otlar gür olacak. Baharın mende, lüş ve alo toplayacak... Ama uşkun toplamayacak. Sarp yerlerde yetişen bir bitkidir uşkun. Kökünden koparılmazsa tadına varılmaz... Kendi kaderini görürmüş uşkunda, Ayşe, "Benim gibi, kökünden koparılıp atılır." 1995'te güneşli bir mayıs gününün öğleden sonrası top sesleriyle sarsıldı köy. "Zaten okula sığınmıştık çoğumuz. Atılan toplardan evlerimizde korkar olmuştuk, yıkılacak diyorduk, okula sığınmıştık... O mayısta da durmadı toplar... Çoluk çocuk... Çıkamadık dışarı, sabahtan akşama dek. Karkerler varmış da köyde..." Var mıydı peki, diye sordum. "Yoktular, kardeşimden bu yana pek sık gelmezlerdi ki...
Günlerce top ateşinden sonra askerler köye doluştu. Kadınlarla erkekleri ayırdılar. Çocuklar ağlıyordu. Anne babalar korkudan çocuklarını bile kucaklayamadı, onları teskin edecek cesareti gösteremedi. Hepimiz çocuklar gibi korkudan tir tir titriyorduk. Hepimiz öleceğiz, diyorduk..." Ölmediler ama köklerinden sökülüp sürüldüler. "Her ev bir topla nasıl yıkılır gördük kendi köyümüzde..." "Evlerimizin kapısına varamadık," diyor Ayşe, "Oracıkta bekletildik, her ev bir topla nasıl yıkılır o gün öğrendik. Ev başı bir top!"
Ayşe'nin Hakkâri'nin Çukurca ilçesinebağlı köyü, gerçek adıyla Marifan. 1995 yılında boşaltıldı. Çukurca'da, resmi rakamlara göre 17 köy ile 58 mezra ve 1 belde ve bu beldeye bağlı 5 mahalleden sadece 5 köy ve 6 mezrada insan yaşıyor şimdi. "Onlar da çok kalmaz gelir yine bu yıl, yine göçerler," diyor Ayşe... Hakkâri'de bir gecekonduda yaşıyor Ayşe...
Çeşmeye artık kızı Xezal gidemiyor. Eskiden kardeşlerinin bakımında, ev idaresinde, her işteAyşe'nin tek dostu, yardımcısıydı Xezal."Köyden geldik, alışamadı Xezal.Çıkma, gezme dedi erkek kardeşleri...Berivandı Xezal, köyde yaylada nefes alırdı. Şimdi Elazığ'da. O tımarhanede bir odada tutuyorlar ve daha fena oluyor.Dönünce göndermeyeceğim bir daha. Ama çaresiz yolladık.Çünkü geceleri dışarıda, evimizin arkasındaki tepelerde bulup getiriyorlardı. Bir de Çukurca'ya kaçıyordu sık sık Xezal..." "Cin çarpmış" diyorlar.Bence acı çarpmış. Anası Ayşe kadar güçlü değilmiş Xezal."Yitirdi aklını o kadar acıdan," diyorAyşe. Umudu hâlâ Resul'de."
Ayşe'nin hasreti hem Resul'a, hem bahara... Baharın dağa gidip pancar toplayacak. Pancarı Hakkâri'de satacak. Biriktirdiği parayla Resul'u zindanda ziyaret edecek. Ama şimdi hâlâ kar var. Ayşe'nin tek tesellisi telefon. Evde telefon var. Cezaevinde oğluna telefon açma hakkı verdiklerinde aldılar. "Konuşamadım önce," diyor Ayşe, "Türkçe bilmiyorum diye, olmaz dedi gardiyanlar... Şükür şimdi sesini duyabiliyorum ve onunla konuşuyorumhaftada bir on dakikalığına...Hep iyiyiz diyorum. Bilmiyor Xezal'in aklını kaybettiğini..."
Hakkâri'nin artık kaybedecek pek bir şeyleri kalmayan kadınları...
Evet size Ayşe'den, hikâyesinden söz ettim biraz.Yüzlerce Ayşe var Hakkâri denilen yarı açık mahpusun içinde... Her sabah ibadet eder gibi gözlerinin önüne koydukları, yitirdikleri veya mahpus sevdiklerinin, çocuklarının resimleri ile güne başlayan, artık kaybedecek pek bir şeyleri kalmayan kadınlar... Göç, ölüm ve acının her türlüsününsıradanlaştığı, herkesin göğsünde gösterecek birkaç yarasının olduğu bir yer Hakkâri... Kimi Ayşe gibi acıya alışmış...Kimi Xezal gibi ya yitirmiş ya da ha yitirdi, ha yitirecek aklını... Ayşe'nin hikâyesine inanmıyormuşvilayet... Bir torba makarna ile iki ton kömür için ispat istiyormuş Ayşe'den... (*)
Kürt sorunu notlarıdevam edecek.
(*) Rojbin Tugan, avukat. 11 Mart 2006, Bilgi Üniversitesi, "Türkiye'nin Kürt Sorunu Konferansı"ndaki konuşması.
Kürt sorunu notları 1 | Gare katliamı... PKK'yı suçluyorum, kınıyorum, iktidarı da sorumlu tutuyorum ve silahlar artık susmalı diyorum Kürt sorunu notları 2 | Gönül ister ki kardeşçe yaşansın! Kürt sorunu notları 3 | İŞKENCE... "Genç olsam dağa çıkardım!" Kürt sorunu notları 4 | Yaşamak için ille de acı mı çekmek gerekiyor? Kürt sorunu notları 5 | 1993 Nisan ayı, Bekaa'da Apo'yla sohbet: "Silahlı mücadeleyle her iki taraf da kesin bir üstünlük sağlayamaz" Kürt sorunu notları 6 | 1930'lar Türkiye'sinden: "Kürtçe konuşma, jandarma gelir!" Kürt sorunu notları 7 | Gece yarısı telefon: "Olay doğru, jandarma hem dövmüş köylüleri hem de bok yedirmiş..." |