Özgürlük… Başkalarının duymak istemediklerini söylemektir özgürlük. Başkalarının kızdıkları şeyleri söylemektir özgürlük. George Orwell’ın sözüdür bu. Birilerinin damarına basmadan özgürlükten söz edilemez. Çünkü gerçek bir yüzlü değildir. Bin yüzlüdür. Kimse gerçeği kendi tekeline alamaz. Benim doğrum tek doğrudur diye dayatamaz. Demokrasiler bunun için vardır. Çok seslilik, hukukun üstünlüğü, farklılıklara saygı, tahammül ve hoşgörü bunun için vardır. Bazen bir şey söylersin, bir şey yazarsın, birileri nasırına basılmış gibi ayağa fırlar, lanet okur, cehennem ateşi açar. Bu kafalar ‘Ortaçağ kafası’dır. ‘Medrese kafası’dır. Tek tiptir, kışla düzeni gibi kafalardır. Herkesin kendi doğrularını, kendi inançlarını kabul etmesini isterler. Eleştiriyi, eleştirel düşünceyi reddederler. Düşünce zaptiyeliği yaparlar, düşünce polisliği yaparlar. Kafaları ‘totaliter’dir. İçi örümcek ağı kaplamış, küflenmiş kafalardır. İnsanlığın daha iyiye, daha güzel doğru ilerlemesi ancak bu kafalarla mücadeleden geçer. Tarihte de böyle olmuştur, bugün de öyledir.
Eğer özgürlük diyorsan, meydanı boş bırakmayacaksın demokrasi düşmanlarına...
Ama hiç de kolay değildir bu mücadele. İnişli çıkışlıdır. Sancılıdır. Büyük acılarla, bazen kan ve gözyaşıyla yol alınır bu mücadelede... Nilüfer Göle’nin yerinde deyişiyle taşları yerinden oynatmak gerekir bu mücadelede... Ama şunu yazın bir kenara: Hem toplumda, hem kendi iç dünyanda taşları yerinden oynatmak epeyce güçtür. Netamelidir. Tehlikelidir. Çok kızarlar. Lanetlenirsin. Özellikle bu memlekette öyledir. Devletle karşı karşıya gelirsin. Önyargılarla karşı karşıya gelirsin. Tabularla karşı karşıya gelirsin. Eğer özgürlük diyorsan, meydanı boş bırakmayacaksın demokrasi düşmanlarına... Önyargıları, tabuları kırmak için sadece özgürlükleri kıskaca almak isteyen düşünce polisleri ile değil, kendi kendinle de mücadele edeceksin. Kendi içinde taşları ne kadar yerinden oynatabilirsen, kendi iç dünyanda ne kadar özgür olabilirsen, toplumda da taşları o kadar yerinden oynatabilirsin. Sen özgür olmadan, toplum da özgürleşmez! Önce kendi önyargılarını, kendi tabularını kıracaksın. Bu konuda ne kadar radikal olabilirsen, o kadar iyidir. Özellikle Türkiye gibi yaşanmış ve yaşanan gerçeklerin üstüne ağır bir şal örtülmüş bir memlekette, insanlarını zorla yalanda yaşatan bir devletle haşır neşir olarak ömür tüketilen bir memlekette, radikal olmadan özgürlüğü yakalamak çok uzak ihtimaldir.
Türkiye gibi gerçeklerin üstüne şal örtülmüş bir memlekette radikal olmadan özgürlüğü yakalamak çok uzak ihtimaldir
Jean-Paul Sartre’a 1975’te sormuşlar, en büyük başarısızlığınız nedir diye. Sartre şöyle yanıtlamış: “Hayatımda birçok hata yaptım, irili ufaklı birçok hata... Fakat tüm hatalarımın özünde bir şey yattığını söyleyebilirim. Her hatamı yeterince radikal olamadığım için yaptım .” (*)
Yeterince radikal olamadığı için hayatta yanlışlar yaptığını söyleyen Sartre, bir ara sürekli ölüm tehditleri altında yaşamış. Cezayir’in Fransız sömürgeliğinden kurtulup bağımsızlığına kavuşmasını savunurken, Cezayir’deki Fransız askerlerinin emirlere uymaması için çağrılar yaptığı için ölüm tehditleri almış. 1960 yılı ekim ayında 10 bin emekli Fransız askeri Paris sokaklarında Cezayir’in bağımsızlığına karşı protesto yürüyüşü yaparken slogan atmışlar: “Sartre’ı vurun!” Sartre evini değiştirmek zorunda kalmış... Sartre’ın yargılanmasına ve hapse atılmasına dönük kampanyalar şiddetlenince, Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, Sartre’ın tutuklanmasına karşı çıkarak özgürlüğü savunan o ünlü açıklamasını yapmış: “Voltaire hapsedilemez!” Kolay değildir Sartre kadar radikal olmak.. Kolay değildir Charles de Gaulle kadar büyük devlet adamı olmak. Ve hiç kolay değildir Fransa’daki kadar demokrasi ve özgürlük rejimine sahip olmak. Bu sulardan o kadar uzaklardayız, o kadar uzaklaşıyoruz ki. Ne yazık! __________________________________ * Sarah Bakewell; At The Existentialist Café; Freedom, Being, and Apricot Cocktails; Other Press New York, sayfa 275.