Sanki bu memlekette darbeler olmadı.Sanki darbe tertipleri olmadı. Sanki darbe tezgâhları kurulmadı. Bir başka deyişle: Sanki bu memleketin asker sorunu hiç olmadı. Bir tek Fetö sorunu oldu. Tüm kötülüklerin kaynağında yatan oydu. Ya 28 Şubat?.. Ya 28 Şubat sonrasının darbe tezgâhları?.. Erdoğan’ı devirmek isteyen Sarıkız, Ayışığı, Eldiven isimli darbe tertipleri... Yani eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlüklerinde yazılanlar... Ya Mustafa Balbay günlükleri... Darbe tertiplerinin derinliğini, yaygınlığını anlatmıyor muydu? Zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök olmasaydı, Erdoğan’ı devirmeye dönük muhtıralar, darbeler gelmeyecek miydi? Kürtlerin yaşamını Güneydoğu’da cehenneme çeviren ‘faili meçhul cinayetler’de Ergenekon yok muydu? 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimine giden yolda, darbe ortamı oluşturmak için işlenen siyasi cinayetlerde Ergenekon yok muydu? 28 Şubat’ı ‘açık darbe’ye çeviremedikleri için büyük hayal kırıklığına uğrayan paşalar değil miydi Balyoz’un mimarları?
Demokrasinin kaç zamandır canına okuyan ‘REİS’e güzelleme yapanlar...
Tekrarlıyorum: Ergenekon yok muydu? Balyoz yok muydu? Sadece paralel yapı mı vardı? Darbeye soyunan askerler yoktu, onlar darbe tezgâhı kurmamıştı, askerler sütten çıkmış ak kaşıktılar, bütün bu kötülüklerin arkasında asker değil paralelci vardı? Öyle mi? Daha düne kadar “Ne istediler de vermedik?” diyen Tayyip Erdoğan demek böyle düşünüyor. “Asker sorunu yok, Feto sorunu var” diyor Erdoğan. Peki ya Abdullah Gül? O da ‘aldatılanlar kervanı’nda mı? Kendisini 2007’de cumhurbaşkanı seçtirmemek için yapılan anayasa dışı parlamento oyunlarını unuttu mu Sayın Gül? E-Muhtıra’yı unuttu mu? 27 Nisan gecesi yaşadıklarını, hissettiklerini unuttu mu? 2008’de kendisiyle Senegal’deyken açılan ve Türkiye’de ‘asker-sivil bürokrasi’nin demokrasiye karşı klasik işbirliğini yansıtan AKP’yi kapatma davası hafızasından uçup gitti mi Sayın 11. Cumhuraşkanı’nın? Senegal’de, o tarihte bizlerle paylaştığı duygu ve düşüncelerini artık hatırlamıyor mu? Sayın Abdullah Gül; Bütün bu yaşadıklarımız asker sorunu değil Fetö sorunu mu?.. Hayır değil. Bu köşede kaç kere yazdım. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalı kamuoyunda patlayınca, Erdoğan ittifak değiştirdi, askerin koluna girdi, Ergenekon’un koluna girdi, Balyoz’un koluna girdi. Ve kendi ‘sivil darbe’sini yapmaya koyuldu. Erdoğan iktidarının yolsuzluk ve rüşvet dosyaları gözardı edilerek yaşananlar anlaşılmaz.
Kürtlerin yaşamını Güneydoğu’da cehenneme çeviren ‘faili meçhul cinayetler’de Ergenekon yok muydu?
İkinci noktaya gelince... Cemaat sütten çıkmış ak kaşık değildir. Bunu kendileri de biliyor. Daha düne kadar, “Gırtlağımıza bıçak dayanmışken nasıl özeleştiri yapalım” diyenler de vardı aralarında... Ergenekon davası, Balyoz davası bazı bakımlardan adil geçmedi. Bu davaların zamanla özünden saptırılmasında, suçlu suçsuz herkesin intikamcı bir zihniyetle aynı torbaya konulmasında, bazı sahte kanıtlar üretilmesinde, masum insanlara acılar yaşatılmasında, adaletsizliğe yol açılmasında Cemaatçi, Cemaat’e yakın hâkim ve savcılar da rol oynadı. Bu noktalar bu köşede de belirtildi 2010’dan itibaren... Ama olayın hepsi bu değil. Tüm olayı Cemaat’in sırtına yıkıp, Ergenekon ve Balyoz diye birşey yok derseniz, “Bizim asker böyle kötü şeyler yapmaz, kötü olan tümüyle Cemaatçiler ve onlara inananlardır” derseniz, Türkiye’de demokrasi ve hukuk açısından olan biten rezillikleri, bu ülkenin ‘asker sorunu’nu bilen ciddi insanların gözünde inandırıcı olamazsınız, ciddiye de alınmazsınız. Üçüncü bir nokta... Bugün fokur fokur kaynamakta olan ‘Cadı Kazanı’nın altına, ağzı köpürerek odun atan kimileri keşke bir an frene bassalar. Rezil oluyorlar çünkü... Cemaat üyesi olmak, tarikat üyesi olmak suç değildir. Suç, kanunun sesini değil, cemaat ya da tarikat reisinin sesini dinlemektir işini yaparken... Cemaat, tarikat medyaya da girer, gazete ve televizon da kurar. Bu da suç değildir. Suç, kanunda yazılı olana aykırı yayın yapmaktır, şiddete teşviktir, darbeye teşviktir vesaire... Bu pencereden bakınca şunu vurgulamak isterim. Fethullah cemaati medyasını hep yakından izledim. İçinde birçoğu arkadaşım, ahbabım olan çok sayıda gazeteci yazar meslektaşım vardı. Onlar, darbeciliği savunan yazılar yazmadılar. Tersine, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savundular. Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle yakın ilişkisinden yana oldular hep... Türkiye’de demokrasiye engel olan ‘asker sorunu’nun demokrasi ve hukuk içinde kalarak çözülmesini istediler. Kürt sorunu, PKK, 1915 gibi bazı konularda onlardan farklı düşünürdüm. Genel demokrasi çizgisinde ise anlaşırdık. Tekrar altını çiziyorum: Bu meslektaşlarım, arkadaşlarım köşelerinde darbeciliği değil, demokrasiyi savundular. Şimdi bu meslektaşlarımın çoğu nerede bilmiyorum. Yazdıkları, çalıştıkları gazeteler, kanallar, internet sitelerine balyoz indi. Bu balyoz, sivil darbe balyozudur. Evet, başarısız bir kanlı darbe teşebbüsü yaşandı. İyi ki de başarısız oldu. İyi ki de püskürtüldü, yenildi. Öte yandan, bu rezil darbe girişimde Cemaat’in de rolü olduğuna dair ciddi bulgu ve göstergeler var. Şimdi sıra yargı aşamasına geliyor. Dileriz, mahkemeler göstermelik olmaz. Suçlu olan kimse cezalandırılır. Şu dört noktayı belirtmek istiyorum.
1. 15 Temmuz’a karşı çıkmak tek başına demokratlığın kriteri değildir, olamaz. 2. Askeri darbe teşebbüsünü lanetlerken, demokrasi ve hukukun kaç zamandır canına okuyan ‘REİS’e güzellemeler yapmak demokratlık değildir. 3. REİS’in ‘sivil darbesi’nin kucağında oturup, fokur fokur kaynayan ‘Cadı Kazanı’nın altına odun üstüne odun atmak demokratlık hiç değildir. 4. Ve REİS’in kucağına kurulup demokratlık taslamak tek kelimeyle ayıptır.