Gazeteci lafı dolandırmaz. Lafı eğip bükmek ‘gazeteci milleti’nin işi değildir. Gerçek neyse dan diye söyler gazeteci. Ahmet Sever de öyle yapmış. Diyor ki: “Onlar paralı asker, gazeteci değil!” Diyor ki: “Onlar gazeteci değil, neyi nasıl yazacakları belli olan, talimatları harfiyen yerine getiren paralı askerler...” Diyor ki: “AKP cenahında tek medya var: Erdoğan medyası...” Diyor ki: “Cumhurbaşkanı, devletin tüm imkânlarını sindirme ve susturma aracı olarak kullanıyor. Medya da öyle, yargı da öyle, maliye bile öyle. Mutlak otoriterliğini kurabilmek için devletin tüm mekanizmalarını araç olarak kullanıyor.”
Davutoğlu tahlillerinde bir nokta kasıtlı olarak atlanıyor: Erdoğan’ın anayasayı çiğnemesi...
Diyor ki: “Cumhurbaşkanı yüzde 100 biat istiyor. Yüzde 99 biat yetmiyor. Dediklerinin yüzde 99’unu yapıp birini yapmazsanız bitiyorsunuz gözünde...” Diyor ki: “Abdullah Gül işlerin bu noktaya geleceğini biliyordu. Biraz da bu nedenle çekilme kararı aldı zaten. Siyasete girse benzer sıkıntıları kendisinin de yaşayacağını ve ciddi bir çatışma çıkacağını öngörüyordu. Dolayısıyla bugün gelinen noktaya şaşırmış görmedim kendisini.” Diyor ki: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şöyle bir yöntemi var. Eziyor, korkutuyor, bir anlamda karşısındakinin kişiliğini değersizleştiriyor ve sonra kendisine bağlıyor. Temel unsur sindirme ve korkutma...” Diyor ki: “Tayyip Erdoğan’ın o sindirme, korkutma yöntemini desteklemek, etkinleştirmek için bir troll sistemi kuruldu. Abdullah Gül’ün, Bülent Arınç’ın, Hüseyin Çelik’in, Sadullah Ergin’in başına gelenlere bakmak gerek. En küçük eleştirinin ardından hemen harekete geçiliyor, bir mitralyöz gibi kurşun yağmuruna tutuluyor. Öyle bir yapı kurulmuş ki, pek çok insan konuşmayı göze alamıyor. Çünkü ağzını açıp tek kelime ettiğinde müthiş bir saldırıya hedef oluyorsun.” Diyor ki: “AK trollerin İstanbul’da değişik yerlerde büroları var. Ve Saray’dan yönlendiriliyor bu AK troller... Talimatlar oradan geliyor. Edindiğim bilgiye göre de bütün bu operasyonu yürüten de Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Varank...” Bu açıklamaların sahibi, gazetecilik ve dostluk ilişkilerimiz epeyce eskiye giden Ahmet Sever. Cumhurbaşkanı Gül’ün uzun yıllar başdanışmanlığını ve sözcülüğünü yapmış olan sevgili Ahmet, Cumhuriyet’te iki gün çıkan Selin Ongun söyleşisinde bu gerçeklerin altını çiziyor. Bu gerçekler gizlenerek, bu gerçekler gözardı edilerek, bu gerçekler bilinmezlikten gelinerek, Türkiye’deki gidişat üzerine yorum yapılamaz. Yapılırsa, yanıltıcı olur. Havada kalır. Siyasal değerlendirmenin yerli yerine oturabilmesi, öncelikle, ‘Erdoğan gerçeği’nin yerli yerine oturmasından geçiyor. Taşlar başka türlü yerine oturmaz. Bakıyorum Davutoğlu tahlillerine, Davutoğlu sonrasına ilişkin yorumlara. Bir nokta kasıtlı olarak atlanıyor: Erdoğan’ın anayasayı çiğnemesi... Erdoğan’ın tarafsızlık yeminini hiçe sayması... Erdoğan’ın parti lideri gibi davranması... Sanki bunlar hiç yokmuş gibi yazılsın çizilsin isteniyor. Erdoğan’a tam biat isteniyor.
- Anayasayı ‘bekleme odası’na aldım. - Aman ne iyi ettin! - Rejimi ‘fiilen’ değiştirdim. - Aman ne güzel! - Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum. - Aman da aman!
Akıl alır gibi değil. Bu memlekette ne anayasa kaldı. Ne hukuk kaldı. Ne bağımsız yargı kaldı. Ne kuvvetler ayrılığı kaldı. Bu memlekette Saray’daki Sultan ne derse o oluyor. Onun için de, bu noktayı öncelikle belirtmeden, bu çerçevenin altını olanca kalınlığıyla çizmeden yapılan yorumlar havada, boşlukta kalıyor. Gülünç oluyor. Ayıp kaçıyor. Siyaset gerçeğini anlatmıyor. Tersine, gerçeği gizliyor. Ve Erdoğan’ın despotluğuna su taşıyor. Tekrar ediyorum: Anayasayı, hukuku bu kadar hiçe sayan bir cumhurbaşkanı meşru değildir!