Dubrovnik’te sokak aralarında, eski şehirde dolaşıyorum, savaş müzesine giriyorum. Yirmi yıl öncesi, 1995’in ağustos ayı... O savaş manzaraları, yaşadığım duygu fırtınaları gözümün önünden bir film şeridi gibi geçip gidiyor. Mostar... Saraybosna... Bihaç... Travnik... Zenitza... Zagrep... Split... Dubrovnik... Hızla akıp gitmiş zamanın peşinden nafile bir sürüklenme hali belki de...
Dubrovnik’te savaş müzesindeki fotoğraflara bakarken 14 yaşındaki Zlata’nın çığlığını duyuyorum...
O sıcak yaz günlerinde rahmetli Ahmet Vardar, Cengiz Çandar, Bengüç Özerdem, Ahmet Utlu’dan oluşan ‘dev Sabah ekibi’ olarak gitmiştik savaşı yerinde izlemeye... Müzedeki savaş fotoğraflarına bakarken bir çığlık duyuyorum. Zlata’nın çığlığı bu. Saraybosnalı 14 yaşındaki kızın sesi kulağımda çınlıyor.
Sırplar… Hırvatlar… Müslümanlar... Hepsi insan, hepsi aynı.. Ben hiçbir zaman Sırp, Hırvat, Müslüman nedir diye düşünmedim. İyiler arasında Sırplar, Müslümanlar, Hırvatlar da var, kötülerin arasında da... Biz küçükler savaş çıkarmazdık. Ama politika büyüklerin işi... Biz küçükler acı çekiyoruz, aç kalıyoruz. Çiçeğe, güneşe artık sevinemiyoruz. Çocukluğumuzu yaşayamıyoruz. O yüzden ağlıyoruz.
Milliyetçilik illeti insanoğlunun baş belası bir virüs… Karşı tarafı yok saymakla başka köklerden gelen halklar, dinler, farklılıklar yok olmuyor ki!
Avrupa’nın göbeğinde savaş rüzgârları esiyordu, savaş yaşanıyordu 1995’in Ağustos ayında… Mostar’ı hiç unutamıyorum. Hırvat topçusu o güzelim köprüyü yıkmıştı. Hani yürekler acısı derler ya. Mostar öyleydi. İnsanı isyan ettiren barbarlık… Vicdansızlık… Nereye baksan, başını çevirsen, yıkıntılar, yangın yerleri Müslüman Boşnaklar etnik temizliğin hedefi haline getirilmişti. Milliyetçilik illetiydi bu. İnsanoğlunun baş belası bir virüs… Yirmi yıl önce bu topraklarda dolaşırken, milliyetçiliğin nasıl bir bela olduğunu gözlerimle görmüş, kulaklarımla duymuş, yüreğimle hissetmeye çalışmıştım. Hep aynı şey… Karşı tarafı yok saymakla tarih yok olmuyor ki! Yok saymakla başka başka köklerden gelen halklar, uluslar yok olmuyor ki! İnançlar, dinler, mezhepler yok olmuyor ki! Farklılıklar yok olmuyor ki! Herkesi kendine benzetemiyorsun ki! İmkânsız bu. Düşünüyorum yine. İnsanoğlu, farklılıklardan korkmamayı acaba ne zaman öğrenecek? Birbirini yok sayarak, birbirini tüketmeye çalışarak bir yere varılamayacağını, bununla sadece acı üstüne acı çekileceğini acaba ne zaman öğrenecek insanlık? Mostar'da, Saraybosna’da yaşadığım dehşet -ve Zlata’nın çığlığı- bende bir kez daha bu düşünceleri çağrıştırmıştı.
“Hayatın gerçekleri varsa, bizim de hayallerimiz var.” Barış hayalleri… Bu hayallerimizi gerçekleştireceğiz, çünkü seni başkan yapmayacağız
Savaş ve barış… İnsanların kendi elleriyle hayatı nasıl cehenneme çevirdiklerine nedense hep şaşarım. Ama her şeye rağmen yine de iyimserim. İnsanoğlu eninde sonunda en büyük benim demeden… Biz ve onlar ayrımı yapmadan… Yan yana, bir arada… Ve farklılıkları tanıyarak… Öteki, yabancı ve düşman kavramlarını da reddederek… Barış içinde yaşamayı öğrenecek. Mostar'ın yıkıntıları arasında dolaşırken, Bihaç’ta havan topuyla bir bacağını kaybeden gençle sohbet ederken (o havan mermisini bana hediye etmişti, çalışma odamda hala durur) Saraybosna’nın uğradığı kültürel temizliğe adım başı tanık olurken duygu fırtınalarına tutulmuştum. Milliyetçiliğe, şovenliğe, fanatizme lanet okumuştum. Mostar Köprüsü'ne giden yolda, bir tahta parçasının üstüne yazmışlardı:
"Unutma!" Unutma ve ders çıkar savaşlardan… Eski şehirdeki savaş müzesinden çıkarken kulağıma gitar sesleri geldi. Büyük taş meydanın köşesinde iki genç neşeyle çalıp söylüyordu. Aralarına girdim, Ayşe çekti fotoğrafı, barışın fotoğrafını… Onlar artık kurtuldu yaşamak için acı çekmekten… Peki ama biz ne zaman kurtulacağız?.. Barış, bizim yaşadığımız toprakların kapısını ne zaman çalacak?.. Suriye’ye, Irak’a, Kobanê’ye, Suruç’a, Cizre’ye, Silvan’a ne zaman gelecek barış ve huzur?.. Hayır, savaş değil bizim topraklarımızın alın yazısı da! Ayrıca, Pablo Neruda’nın dediği gibi, hayatın gerçekleri varsa, bizim de hayallerimiz var. Barış hayalleri… Bu hayallerimizi gerçekleştireceğiz, çünkü seni başkan yapmayacağız.