Avrupa Birliği'ndeki bütün demokratik kazanımların Türkiye'de de olmasını istiyoruz.Geleceğe güvenle bakmak istiyoruz.Daha güzel bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz. Herkesin düşüncesini özgürce ifade ettiği bir Türkiye istiyoruz. Hiç kimsenin inancından, kimliğinden, yaşam tarzından ötürü ötekileştirilmediği bir Türkiye istiyoruz. Bunun kavgasını veriyoruz, mücadelesini veriyoruz.
Bu sözler Kemal Kılıçdaroğlu'nun.CHP liderinin bu sözlerinin altınaben de imzamı atıyorum.Çünkü, bu ülkede artık barış ve demokrasiyeaçılan yollarda yürümek istiyorum.İyimserim.Bu kez hüsrana uğramayacağım.Tek adam rejiminin sonu göründü.Tüm iktidar iplerini elinde tutan bir "otokrat"ın seçim sandığında yenileceği gün yaklaşıyor. Türkiye böylece dünyada bir ilki başarmış olacak,milletin oylarıyla kendi başına buyruk, hukuku takmayan,zalim bir "otoriter rejim"egüle güle diyecek.Hiç kuşkunuz olmasın, seçim günü bu güzel gece yaşanacak."Altılı masa"ya dudak bükmeyin,altı partiden oluşan "muhalefet ittifakı"nı küçümsemeyin.
15 Şubat 2022 tarihli yazıma,"Yolunuz açık olsun" başlığını atmış,şu satırları yazmıştım:
Altı muhalefet partisinin demokrasi içinbirlikte yola çıkmaları siyasal tarihimizde bir ilktir.Bizim çok partili siyasal hayatımızhep kavgayla patırtı gürültüyle geçti.Demokrasinin "ikinci sınıfı"ndan bir türlü kurtulamadık. Liderler,partiler birbirleriyle gırtlak gırtlağa didişmeyi siyaset bellediler, hatta demokrasi sandılar. Demokrasinin temel ilkeve kurumları üzerinde uzlaşma sağlayıp böyle bir ortak platformda siyaset yapmak hiç akıllarınagelmedi. Ya da böyle bir "siyasetkültürü"nden zaten yoksunolduklarından birinci sınıf demokrasinin yolu nasıl açılırbilemediler. Bu nedenle onaryıllık aralarla gelen "askeri darbeler"e her seferinde teslim oldular, darbelerin çektiği kırmızı çizgileri ve "idam sehpaları"nı sineye çekip sözde demokrasi oyununa devam ettiler.1950'ler Bayar-Menderes-İnönü kavgasıyla geçti. 1960'ta "27 Mayıs darbesi"yle idamlar, hapisler,siyaset yasakları geldi. 1960'larda İnönü-Demirel-Ecevit kavgaları vardı.
1971'de yine bir askeri darbe, 12 Mart vurdu ve yine idam sehpaları kuruldu. 1970'ler Demirel-Ecevit didişmeleriyle geçip gitti, 1980'in 12 Eylül'ünde bir sabah vakti yine tank sesleriyle uyandık.Darağaçları kuruldu, siyaset yasaklarıdevreye sokuldu. Ama bu kez de askeridarbelere karşı direnmek, kendi aralarında uzlaşarak sivil bir anayasa yapmak, demokrasi için ortak bir platform kurmak sivil siyasetçilerimizin akıllarına gelmedi.
1980'ler, 1990'lar da farklı değildi. Özal-Demirel kavgaları... Çiller-Yılmaz kavgaları... Merkez sağ gibi merkez solun da İnönü, Baykal, Ecevit kavgalarıyla paramparça olması... Siyaset sahnesinin bölünmüşlüğü ve temel sorunların birikerek derinleşmesiyle birlikte, siyasetin merkezinde doğan boşluğu "İslamcıgelenek"ten gelenlerin doldurmaya başlaması, Erbakan'ın, Tayyip Erdoğan'ın sahneye çıkışı...
Ve 1997'de 28 Şubat post-modern asker darbesi... 1950'lerden 2000'lerin başına kadarböyle geldik. Askeri darbe süreçleri karşısında sivil siyasi güçler, bütünyarım yüzyıl boyunca yetti artık diyerek demokrasi konusunda birleşemediler.Bu ülkeyi "ikinci sınıf demokrasi"denkurtaramadılar. Özellikle 2010'lardanitibaren Türkiye bir uçtan öbür ucasavrulmaya başladı. Bu kez sivil darbe sürecine girdik.Erdoğan'ın tek adamlığı uç verdi.
Ve en nihayet... Türkiye'nin son elli yılında, askeri darbe süreçlerinde görmediğimizbir demokrasi ittifakı bu kez "sivil darbe"ye karşı inşa edilmeye başlandı. Bu bir ilktir. Siyaset sahnemizde Cumhuriyet'in demokrasiyle taçlandırılması yolunda çok önemli bir adım atılıyor. Farklı politik çizgilerdeki muhalefet liderlerinin,CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun, İyi Parti lideri Akşener'in,Deva Partisi lideri Babacan'ın, Gelecek Partisi lideri Davutoğlu'nun, Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu'nun, Demokrat Parti lideri Uysal'ın önce demokrasi diyerek birlikte yürümeye başlamalarını çok önemsiyorum. Evet öyle, bu bir ilktir. Ve ortak açıklamadaki şu sözlerin altını da çiziyorum:
Bugün Türkiye için tarihi bir gündür. Birbirinden farklı altı siyasi parti olarak, bizler, Türkiye'nin yıllardır görmeyi umut ettiğitarihi bir çalışma için bir araya geldik.Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni'nihazırlayan partiler olarak bizler,etkin ve katılımcı bir yasama, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim, tarafsız ve bağımsız bir yargı ile kuvvetler ayrılığının tesis edildiği güçlü, özgürlükçü,demokratik adil bir sistem inşa etme kararlılığı içindeyiz.
Bu yazımı şöyle noktalamıştım:
Yolunuz açık olsun.Dileğim, Türkiye Cumhuriyeti'nin en sonundademokrasiyle taçlandırılmasınıgörmektir.
Evet, iyimserim.Seçimler yaklaşıyor.Türkiye'ye büyük acılar çektirmiş bir tek adam, bir otokrat Saray'ına halkın oyuyla veda edecek.Bundan sonrası kolay mı?Elbette değil.Demokratik kurumlarıninşa edilmesi,gerçekten "sivil bir anayasa" yapılmasıöyle söylendiği gibi kolay olmayacak, plan program ve kararlılık gerektirecek.Güçler ayrılığının,bağımsız yargının, hukukun üstünlüğünün,özgür medyanın,ifade özgürlüğünün,insan hakları düzenininkapımızı çalmasıbüyük bir mücadele ve zihniyet değişikliğigerektirecek.Adı barış ve demokrasi olan bu yolda yürünürken atılması olmazsa olmaz başka adımlar daha var:
Dağda silahların susması...Dağda silahların gömülmesi...Dağdakilerin inmesi...Dağın yolunun kapanması...Ve "Kürt sorunu"nun barışçı çözüm içinTürkiye Büyük Millet Meclisiçatısının altına getirilmesi...
Karamsar olmayalım.Bu coğrafyada öyle acılar çekildi ki, Türkiye olarak bu açılardan yeterli bilgi ve deneyim birikimine sahibiz.CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun şu sözlerinin altını kalın olarak çiziyorum:
Türkiye bir sivil darbe dönemi yaşıyor. Türkiye'nin bu sivil darbeden süratlekurtulması gerekiyor. Bu dönemden kurtulmanın yöntemi de demokratik koşullar içinde olmalı. Yani sandık gelecek, oyumuzu kullanacağız ve biz demokrasiyi tekrar getirmiş olacağız.Ben bunu bazen şöyle de yorumluyorum:Bir dikta yönetimini belki de dünya siyaset tarihinde ilk kezsandığa giderek yeneceğiz.
Altılı muhalefete tekrar sesleniyorum:
1. Muhalefet masasınadaha çok özen gösterin, daha verimli çalıştırın.
2. HDP ile dirsek temasınımuhafaza edin, diyaloğu derinleştirin...
3. Ortak aday üzerinde anlaşmayıbir sorun olmaktan çıkarın.
Hiç unutmayın.Türkiye Cumhuriyeti kolay kurulmadı.Cumhuriyet'in demokrasiyle taçlandırılması daöyle tereyağından kıl çeker gibi kolay olmayacakama eninde sonunda olacak!Enseyi karartmayın.
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1981 yılına kadar Ankara Temsilciliği yaptığı Cumhuriyet gazetesini 1981-1992 yılları arasında Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemöli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten itibaren T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde “Medya ve Politika” dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2004) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) |