Bütün duraklarda kulağıma çalınan bir soru: “Ya devlet Kürtlere kazık atarsa, silahlar gömüldükten sonra?..”
Ateşkes ve sınır dışına çekilmeyle geri dönüşü güç olan yeni bir dönem başlıyor. Ama süreci bazı açılardan sorgulamak, barışa karşı olmak değil!
Biri şöyle diyor: “Vicdan sahibi her insan barış sürecini elbette destekler. Ama biz Kürtler de eski Kürtler değiliz. Bu süreci değişik boyutlarıyla gayet iyi okuyabiliyoruz. Barışın içini demokrasiyle, insan haklarıyla, özgürlüklerle doldurmak zorundayız.”
VAN
Pırıl pırıl güneşli bir sabah vakti Van Gölü'nün kıyısında sisler içinde yükselen Süphan Dağı’nın karlı zarif siluetini uzaktan seyrederken, sahanda sucuklu, kavurmalı yumurtasıyla, bal ve kaymağıyla, otlu peyniriyle, mis gibi kokan tereyağıyla, sıcak pideleriyle Merit Otel’de Van kahvaltısı yaparken güzel günleri hayal etmek...
Veyahut Jinda ve Ronida’yla barışı hayal etmek...
Jinda, 9 yaşında.
Yaşam kaynağı demek Jinda...
Ronida, 11 yaşında.
Ronida da aydınlık demek.
“Hanedan” isimli lokantada yemek yerken yanıma gelip benimle fotoğraf çektiriyorlar. Hayata sevinçle, gülerek bakan cin gibi iki kız çocuğu... Biz de masamızda onların geleceğini, barışı konuşuyoruz.
Masa epeyce kalabalık. Hapisten yeni çıkmış Başkale’nin Belediye Başkanı İhsan Güler, BDP’liler, Van Belediyesi’nden, sivil toplum kuruluşlarından çalışanlar, yerel gazeteciler hep birlikte ”barış süreci”ni konuşuyoruz.
Şu soru yine ortaya atılıyor:
“Ya devlet Kürtlere kazık atarsa, silahlar gömüldükten sonra?..”
Bu soru, Güneydoğu yollarında sık sık dillendiriliyor. Biliyorum, kimine göre böyle sorular barış sürecine karşıymış gibi bir algı yaratıyor.
Oysa değil.
Soru sormak ve eleştirel yaklaşmak, sürecin sağlıklı yürümesi için gerekiyor.
Genellikle yapılan da bu.
Süreci bazı açılardan sorgulamak, barışa karşı çıkmak değil kısacası...
Biri şöyle diyor:
“Büyük acılar çekildi. Barışın değeri çok iyi biliniyor. Vicdan sahibi her insan bu süreci elbette destekler. Başka çaremiz yok. Ama biz Kürtler de eski Kürtler değiliz. Bu süreci değişik boyutlarıyla gayet iyi okuyabiliyoruz. Barışın içini demokrasiyle, insan haklarıyla, özgürlüklerle doldurmak zorundayız. Gerçek barış başka türlü kapımızı çalmaz.”
Her durakta olduğu gibi Van’da da endişe kaynağı sayılan bazı noktalar zikrediliyor:
Koruculuğun yeniden canlandırılıyor olması... İnşa edilen yeni karakollar... Sınıra yeni yığınaklar...
Ve ifade edilen demokratikleşme talepleri:
Terörle Mücadele Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’nda, Siyasal Partiler Kanunu’nda, Seçim Kanunu’nda (yüzde 10 seçim barajının düşürülmesi) demokratik değişiklikler ve ana dilde eğitim...
Kürtçe eğitim konusunda şu söz kulağıma çalınıyor:
“Tayyip Erdoğan tersini söylemeye devam etse de asimilasyon, yani Kürtlerin Türkleştirilmesi süreci devam ediyor. Kürtçe eğitim yasak olduğu sürece asimilasyon koşulları devam eder.”
Biri sözü ‘devlet’e getiriyor:
“Devletten fazla bir şey beklediğimiz yok, kendini yenilesin devlet, bizim için yeter.”
Masadaki bir başkasına göre, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeleri şu anlama geliyor:
“Adına ister federasyon deyin, ister özerklik deyin, Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Şartı’nda yer alan güçlü yerinden yönetim deyin, ne derseniz deyin, ama önemli olan Kürtler artık kendi kendilerini yönetmek istiyor.”
Çözüm süreci nasıl kalıcı hale gelir?
Bu soruya birinin yanıtı şöyle:
“Sizin birçok kez söylediğiniz gibi parmaklar tetikten çekildi en nihayet... Şimdi çözüm sürecinin kalıcı hale gelmesi için önderliğin rahat etmesi ve Kandil’le daha verimli bir diyalog içine girmesi lazım. Bu arada köye dönüşler yürümüyor. Askeri yasak bölgeler ortadan kalkmış değil. Bazı köyler ve yaylalar yasak kapsamında olmamasına rağmen hâlâ yasak alanlar...”
Biri, bir gerillanın sözünü aktarıyor:
“Amed (Diyarbakır) meydanında Şeyh Said gibi asılacak olsak dahi, önderliğimiz gelin derse geliriz.”
“Gerçekten kaygılarımızı var” diyor biri, “Yasal düzenlemelerle geleceğin hukuki güvence altına alınması gerekir. Bakın, Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, Başkale Belediye Başkanı İhsan Güler ve yine Van ilçelerinden 7’si belediye başkanı toplam 13 kişi KCK davasında tahliye edilirken savcı ne dedi: ‘PKK terör örgütünün ilan ettiği ateşkesten dolayı sanıkların, toplum güvenliğini riske atacak durumları görülmediğinden tahliyelerine...’ Demek ki yarın ateşkes bozulursa, yeniden hapse, öyle mi?.. Bunun adı rehin alma politikası değilse nedir? Bu anlayışla barış nasıl olur?”
Bir başkası sözü kaçakçılığa getiriyor, Kürt köylülerini kaçakçılığa mahkûm eden düzeni eleştirirken Tayyip Erdoğan’a da dokunuyor:
“Son beş yılda hayatını ancak kaçakçılıkla temin edebilen 56 Kürt köylüsü İran askerleri tarafından sınırda öldürüldü. Daha bu yakınlarda 39 yaşındaki Arif Noyan Özalp’da, 243. sınır taşında, sırtından tek kurşunla öldürüldü. Başbakan Erdoğan İsrail karşısında gösterdiği Mavi Marmara duyarlılığını bu konuda İran’a karşı neden göstermiyor?”
Sekiz gündür yollardayım.
Diyarbakır’dan başladım, Mardin’den İpek Yolu’na çıkıp Viranşehir, Kızıltepe, Nusaybin üzerinden Cizre’ye, Şırnak’a, Roboski’den Hakkâri’ye, Başkale’den, heybetli Hoşap Kalesi’nden Van'a ulaştım.
İki büyük bloknot doldurdum.
On gündür yazıyorum.
Yorumdan çok dertleri, görüşleri ve izlenimlerimi nakletmeye çalışıyorum. Şunu kaydetmek bir gerçeğin altını çizmektir:
Vicdan sahibi herkes barıştan, çözüm sürecinden yanadır. Aklı başında herkes yeni bir dönemin açılmakta olduğunu, artık ‘silahlı siyaset’e dönmenin uzak ihtimal olduğunu görüyor.
‘Ateşkes’ten sonra, şu günlerde muhtemelen Murat Karayılan’ın Kandil’den yapacağı çağrıyla PKK’nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmeye başlamalarıyla birlikte barış kapısı aralanmış olacaktır.
Bu kapının tümüyle açılması, daha doğrusu silahların gömülerek gerçek barışın yakalanmasına, yani PKK’nın dağdan inmesine gelince...
Bu konuda Ankara’nın, AK Parti hükümetinin kolayından zoruna doğru çözmesi gereken bazı düğümler ve demokrasi adımları vardır.
Bu da hiç gözardı edilmesin.
Güneydoğu yollarında barış notlarının 11. bölümü yarına...
Twitter: @HSNCML