Haddinizi bilin, haddinizi! Evet, aynen öyle. Çünkü kabak tadı verdi. O kadar ileri gittiniz ki, itibarsızlaştırma kampanyalarınızın cılkı öylesine çıktı ki, hiçbir inandırıcılığı kalmadı. Bir kez daha not edin. Sizler savaş tamtamları çalarken, ben inatla barış ve çözüm için yazıp çiziyordum. Sizler, PKK’nin bitirileceğine dair tarih üstüne tarih verirken, savaşı savunurken, ben parmaklar tetikten çekilmeli diye yazmaya devam ediyordum.
Siz savaş tamtamları çalarken, ben inatla barış için yazıp çiziyordum
Sizler, PKK ile Kandil’in yerle bir edilmesini savunurken, Öcalan’ı terörist başı diye şeytanlaştırırken, ben silahların susmasını ve iki tarafça da ciddiye alınacak bir ‘ateşkes’le Ankara-İmralı-Kandil üçgeninde diyalog gereğini savunuyordum. 2011’le 2013 arasında tam 3 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan o korkunç iki yılda, sizler, ‘savaş’ı savunurken, savaş tamtamları çalarken, ben yine ateşkes diyordum, barış diyordum. 2011 yılı sonbaharında çıkan Barışa Emanet Olun isimli kitabımın son bölümünde şu satırlar yer alır:
Kitabımın Son Söz bölümünü 27 Ağustos 2011’de noktalayarak matbaaya gönderdim. 14 Eylül 2011’de devletle PKK arasındaki ‘Oslo süreci’ne ilişkin görüşme zabıtları internet ortamına düşünce, son söze bir son dakika eki yazmak gerekli oldu. Oslo Zabıtları, bu kitabın çerçevesini değiştirmiyor. Tersine, çerçevesine oturuyor. Zabıtlarda kendini ele veren gerçek, benim bu kitabımda, Barışa Emanet Olun’da savunduğum çizgiyle örtüşüyor.
Bu kitapta diyorum ki: (1) Barışın koşulları olgunlaşmış durumda, iki taraf da bunun çoktandır farkında. (2) Silahlı mücadelenin artık çıkmaz bir yol olduğunu iki taraf da görüyor. (3) ‘Kürt sorunu’yla PKK sorunu bugün iç içedir, birbirinden ayrılamaz. (4) PKK sorununu çözmek, Kürt sorununun silah ve şiddetle bağını koparmak anlamını taşır. Bir başka deyişle, PKK sorunu çözülmeden Kürt sorunu barışçı bir çözüm raya oturmaz. (5) Devlet, ‘Kürt realitesi’nden sonra ‘PKK realitesi’ni de görmek zorunda. (6) Kiminle savaşıyorsan barış da onunla yapılır, yani barış ‘düşman’la yapılır. Bunun ilk adımı da parmakları tetikten çekip karşılıklı olarak masaya oturmak ve konuşmaktır.
Elinizdeki Barışa Emanet Olun kitabı, özetle bu altı noktanın çizdiği çerçeveye oturuyor. Oslo buluşması, devletin de artık ‘PKK realitesi’ni gözardı edemediğinin bir kanıtı... Ben bu buluşmalara Oslo süreci adını taktım. Muhtemel tarih, 2010 yılının başlarıydı. O tarihlerde Habur’la birlikte demokratik açılım çökmüş; DTP, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış; KCK operasyonları ile büyük bir tutuklama dalgası kabarmış; Sabri Ok hakkında KCK çerçevesinde dava açılacağı açığa çıkmış ve PKK’nin Reşadiye baskını olmuştu. Ama bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen Oslo süreci durmamış, beşinci Oslo toplantısı yapılabilmişti. İşte ben bu durumu barışın olgunlaşması diye tarif ediyordum bu satırları yazarken...
‘Beşinci Oslo’da, masanın bir tarafında Türkiye Cumhuriyeti devletinin temsilcileri vardı: Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı (ve bugünkü MİT Müsteşarı) Hakan Fidan... Aynı zamanda Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi olduğunu belirtecekti toplantıda... Ve MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş... Masanın öbür tarafında PKK’liler oturuyordu: Kandil’den Mustafa Karasu, KCK Yürütme Konseyi üyesi... PKK’nin Avrupa’daki en önemli yetkilisi diye bilinen Sabri Ok, (KCK davasının bir numaralı sanığı olan Ok, bir yıldır Kandil’de yaşamaya başlamıştı)... Yine PKK’nin Avrupa’daki önde gelen temsilcilerinden, Kongra-Gel Başkan Yardımcısı Zübeyir Aydar... Ve İngilizcesi çok iyi olan ve konuşmalarından ara sıra Kandil’e de gittiği anlaşılan, arabulucu ya da kolaylaştırıcı kimliğinde biri de vardı masada. Hakan Fidan’ın Başbakan’ın özel temsilcisi olarak Oslo buluşmalarının beşincisine katılması, bu toplantılara ilk defa siyasal bir boyut eklemişti.
Zabıtlar internete düşünce, ‘Oslo süreci’yle ilgili olarak şu satırları yazmıştım Milliyet’te: “Söylemek istediğim şudur: Barış ancak ‘düşman’la yapılır; Oslo işin aslıdır, doğru olan yapılmıştır. Ve Başbakan Erdoğan ‘Oslo süreci’yle doğru olanı yapmış, bunun için siyasal cesaret sergilemiştir. Ama şimdi ne yazık ki yeniden savaş tamtamları çalıyor. Oysa yarın yine ‘Oslo süreci’ne gelinecek. Önemli olan bu yolu kısaltmak, kan ve gözyaşını en aza indirmektir.”
Milliyet’teki bu satırlarımın tarihi, 15 Eylül 2011’di. Bölgeden gelen haberler gitgide kötüleşiyordu. Eğer sonunda yine aynı noktaya gelinecekse, ‘Oslo süreci’ndeki gibi masaya oturulacaksa, acıları arttırmanın ne anlamı vardı? Apo’nun İmralı’da 2011 Temmuz ayında avukatlarına söylediği gibi “Bir savaş gümbür gümbür geliyor” muydu? Aşağıda olması gereken, yani savaşmak yerine parmakları tetikten çekip masaya oturup konuşmak seçeneğinin güzel bir örneği olan, ‘Oslo buluşması’nın zabıtları yer alıyor.
Süreç kolay bir süreç değil, oyun içinde oyunları olan bir süreç
Barışa Emanet Olun adını taşıyan kitabımın son bölümünden aldım yukarıdaki satırları. Sonraki iki yılda, ne acıdır ki, 3 bin kişi dağlarda yaşamını yitirdi. Ve dediğim gibi, 2013 yılı başlarında, o kadar kan ve gözyaşı döküldükten sonra yine aynı noktaya gelindi. Parmaklar tetikten çekildi. Silahlar sustu. Ve Ankara-İmralı-Kandil arasında oluşturulan diyalog yapısıyla yeni bir çözüm süreci başladı. Ben de bu süreci destekledim. Bugün de destekliyorum. Ama destek gözü kapalı destek değildir. Eleştirel destektir. Çünkü bu süreç kolay bir süreç değildir. Oyun içinde oyunları olan bir süreçtir. Bu nedenle ben de, süreci elbette desteklerken, tarafları zaman zaman eleştirdim. Eleştirmeye de devam edeceğim. Bu eleştiri çözüm ve barış karşıtlığı değildir. Anladınız mı?.. Şimdi istediğinizi yazmaya devam edebilirsiniz. Vız gelir, tırıs gider!