28 Şubat dönemindeki ‘irticacı’nın yerini şimdilerde Cemaatçi almış durumda. Nasıl Soğuk Savaş yıllarında komünizm öcüsü ile, nasıl 28 Şubat döneminde irtica öcüsü ile demokrasi ve hukukun canına okunduysa, bugün de Fethullahçı öcüsü ile tepeleniyor demokrasi ve hukuk…
Tayyip Erdoğan, Soğuk Savaş döneminin antikomünist liderleri gibi cemaatçileri her türlü kötülüğün kaynağı olarak gösteriyor. Peki devlette çalışıp Cemaat’e yakınlık duymak suç mu? Devletteki cemaat mensuplarını neye göre anlayıp, neye göre tasfiye edeceksiniz?
2005 yılıydı.
Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim adını taşıyan kitabım yeni çıkmış, medyada ilgi çekmiş, Cumhuriyet gazetesi de şiddetli bir karşı kampanya başlatmıştı. Rahmetli İlhan Selçuk’un o yazısını anımsıyorum, özetle demişti ki: “Cumhuriyet’e karşı bir Fethullahçı operasyonu!” Herhangi bir yanıt vermemiş, kendi kendime gülüp geçmiştim. Bir zamanlar her taşın altında komünist, komünistlik aranırdı.
Soğuk Savaş yıllarında komünist olmakla suçlanmak, neredeyse dünyanın sonu gibi algılanırdı. İftira etmenin, çamur atmanın bir yolu buydu.
Arada bir ortaya çıkarılan ‘komünist komplolar’la demokrasiye dönük talepler bastırılır, askeri vesayet sistemi kendini biraz daha sağlama alırdı.
Soğuk Savaş yıllarında komünistliğin yanı sıra iki moda suçlama daha vardı:
Bölücülük…
İrtica…
Türkiye bölünüp parçalanacak, dendi mi akan sular dururdu.
Bunun gibi irticanın ayak sesleri de, bu memlekette demokrasi ve hukuk devletini ikinci sınıflığa mahkum etmenin yollarından biriydi.
İrtica dendi mi, mürteci dendi mi, takkeli, eli tespihli, şalvarlı ve de simsiyah çember sakallı fotoğraflar gazete manşetlerine tırmandı mı, mutfakta demokrasinin kolunu kanadını biraz daha kıracak bir şeylerin pişirildiği anlaşılırdı.
Bugün artık komünist korkutmuyor.
Bölücü de öyle. Devlet, ‘bölücü başı’yla müzakere halinde…
Şimdi bir başka moda var:
Fethullahçı…
28 Şubat dönemindeki ‘irticacı’nın yerini şimdilerde artık Cemaatçi almış durumda. (Taha Akyol dünkü yazısında, Başbakan Ecevit’in 2000 yılında asker baskısıyla çıkarttığı, ‘irticacı memurların ayıklanması’na dair kanun hükmünde kararnameden söz ediyordu)
Bugün artık neredeyse her taşın altında, özellikle devletin içinde ‘Fethullaçılar’ın parmak izleri aranıyor.
Emniyette askeri darbe dönemlerinde bile rastlanmayan çapta polis kıyımı yaşanmakta.
Tayyip Erdoğan, Soğuk Savaş döneminin antikomünist liderleri gibi cemaatçileri her türlü kötülüğün kaynağı olarak gösteriyor.
‘Darbecilik’le suçluyor onları.
Devlet içinde devlet olduklarını, devlet içinde çeteler oluşturduklarını söyledikten sonra onlar hakkında paralel devlet suçlaması yapıyor.
Bir tespiti yapmakta yarar var.
Devlette savcı ve yargıç olarak, asker olarak, polis olarak, kaymakam, vali olarak çalışan Cemaat’e mensup olanlar, Cemaat’e yakınlık duyanlar yok mu? Elbette var. Bu bir suç mu? Hayır. İnsanlar inançlarından, düşüncelerinden, kimliklerinden, renklerinden dolayı suçlanamazlar. Herhangi bir ayrımcılığa uğrayamazlar. Ama eğer o insanlar, diyelim, inançlarıyla ‘devlet işleri’ni karıştırırlarsa, o zaman bunun hesabı yargı önünde kendilerinden sorulur. Bir asker, komutanının sesine değil de, cemaatteki üstünün dediğine kulak verirse...
Bir polis, amirinin talimatına göre değil de, Cemaat'in telkinine göre hareket ederse...
Bir savcı yasaların değil de, Cemaat'in buyruklarını uygularsa... O zaman suç işlemiş olurlar.
Ve yargı önünde bunun hesabını verirler.
Yıllar içinde bu noktayı yazılarımda o kadar çok belirttim ki.
Şimdi böyle bir süreç mi yaşanıyor?
Hayır, sanmıyorum.
Nasıl Soğuk Savaş yıllarında komünizm öcüsü ile, nasıl 28 Şubat döneminde irtica öcüsü ile demokrasi ve hukukun canına okunduysa, bugün de Fethullahçı öcüsü ile tepeleniyor demokrasi ve hukuk…
Nuray Mert geçen gün T24’te çok iyi özetlemişti:
“Nasıl tasfiye olacak cemaat?
Devletin kurumlarında çalışan mensupları görevlerinden tasfiye edilerek, öyle mi?
Bir kurumda çalışan insan ancak hukuki gerekçelerle sorumlu olur, bir cemaatin mensubu olduğu için değil.
Ayrıca, neye göre anlayacaksınız cemaat mensubunu ve neye göre tasfiye edeceksiniz?
Söylentiye, fişlemeye göre mi?
O halde, laikçi devlet anlayışının, din ve vicdan özgürlüğünü hiçe sayarak, ‘irtica ile mücadele’ adına fişlemesi ve tasfiyesi ile neden bunca yıl mücadele ettik?
Etmeyenlere sözüm yok tabii, doğrusu ben ettim ve doğru bir şey yaptığımı düşünüyorum.
Bir demokraside, insan ister o cemaate, ister bu gruba mensup olur, sempati duyar, bu gerekçe ile kimseyi suçlayamazsınız.
Ayrıca, Türkiye’de siyasete bulaşmış tek cemaat Gülen cemaati mi?
Geçmişte böyle miydi, şimdi böyle mi?
Başka cemaatleri de tasfiye edecek misiniz, edecekseniz hangi prensibe göre?
Cemaatçi savcıları, cemaat mensubu oldukları için değil, yasal süreçleri hakkıyla uygulayıp uygulamadıkları kriterine göre sorgulayabiliriz.
Medeni olan, demokratik olan budur, yoksa işin sonu ‘irtica ile mücadele’ mantığına gider.
Hal böyle iken, bırakın iktidar sözcülerini, kendine aydın diyen insanların böyle bir saçmalıkta selamet görmesi kadar ayıplı bir şey olabilir mi?
Daha söylenecek çok şey var, ama daha fazla sabrınızı zorlamayacağım.”
Nuray Mert'in, T24’teki Orkidenin adı başlıklı yazısında bu dediklerine ben de katılıyorum
İyi pazarlar!
Twitter: @HSNCML