Saat 10'da başlayacak, 11.30'a sarkıyor. Her zamanki gibi bir itiş kakış doluşuyoruz mahkeme salonuna. Mehmet Altan karşımda. Özlemişim güleç yüzünü. İyi olduğunu söylüyor. Soruyorum: "Ahmet nasıl?" "Görüştürmüyorlar ki." O sırada Ahmet Altan tepemizdeki ekranda, SEGBİS'te arzı endam eyliyor. El kol sallıyoruz ama bizi görüp görmediğini anlamıyorum. Nazlı Ilıcak'a el sallıyorum, hal hatır soruyorum. Sesleniyor sevgili Nazlı: "Klimalardan üşüteceksin, omzuna birşey al." Kolsuz bir bluzla yanımda duran kızı Aslı'ya bağırırken gözleri doluyor. Nazlı Ilıcak savunmasında, "Cemaat'in FETÖ'ye dönüşmesi"ne değiniyor. "Bu örgütü anlamakta gecikmiş olabilirim, gerçek yüzünü 15 Temmuz sonrasında anladım" diyor. Savunması şöyle devam ediyor:
Sen yazılarınla darbeye zemin hazırladın diyorlar. Delil nerede? Sen darbeyi önceden biliyordun, bunun için yazdın bu yazıları diyorlar. Delil nerede? Ortaya koymak zorundasınız somut delilleri. Bir tek delil yok elinizde. Darbeyi çağrıştırıcı cümlem nerede? Toplumsal kaos isteyen cümlem nerede? Hiçbiri yok. Ve hakkımda 3 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor. Benim gibi onlarca, yüzlerce darbe karşıtı yazı yazmış bir kişi darbecilikten yargılanıyor. Adalet bunun neresinde?
Bir an duruyor. "Yoruldum" diye devam ediyor Nazlı, "Suçsuzluğumu anlatmaktan yoruldum, çocuklarımı yorduğum için yoruldum." Çocuklarım derken göz yaşlarını tutamıyor, içim burkuluyor. Ahmet Altan'ın savunması kısa ama çarpıcı. Nazlı Ilıcak gibi o da "Somut kanıtlar nerede?" diye soruyor: "Bir yıl önce Mehmet Altan'la birlikte darbecilere subliminal mesaj verme suçlamasıyla gözaltına alındık, sonra bu gülünç iddia ortadan kayboldu ve biz 15 Temmuz'da darbe yapmak ve hükümeti silahla devirmeye kalkışma suçundan tutuklandık." İsyan ediyor:
Biz silahlı darbe yapmışız. İsnat edilen suç bu. İddianın saçmalığının, isnat edilen suçun büyüklüğünü bile aştığı bir dava bu. Tek bir kanıt gösterin, temyiz hakkımdan vazgeçeceğim. Ömrümün geri kalanını bir hapishane hücresinde sessizce geçirmeye razı olacağım. Gösteremeyeceksiniz. Çünkü bu iddialar baştan aşağı yalan.
Bu memlekette, anlaşılan o ki adalet, demokrasi, hukuk ve özgürlük açısından daha alınacak çok yol var
Ve şöyle noktalıyor Ahmet Altan:
Devlet devletse, bir insanı yargılamak için kanıtlara ihtiyaç vardır. Sadece silahlı zorbalar insanları kanıtsız bir şekilde bir yerlere kapatırlar. Eğer kanıtsız bir şekilde bizi yargılamayı ve hapsetmeyi sürdürürseniz, yargıyı ve devleti yok edersiniz. Çok ciddi bir suç işleyeceksiniz. Türkiye, suçluların suçsuzları yargıladığı bir haydutluk ve zorbalık cangılı olacak.
Mehmet Altan'ın savunmasına da nerede somut kanıt çığlığı damgasını vuruyor. İddianameyi bir utanç belgesi diye niteliyor.
Delil nerede? Cebir nerede? Şiddet nerede? Teşebbüs nerede?
"İki köşe yazısı ve bir TV konuşması ile kendisini darbeci ilan edenler"e sesleniyor:
Düşüncelerin, yorumların, yazıların suç iddialarına malzeme edilmesi, terör unsuru gibi sunulması, Türkiye adına üzücüdür. Düşünce unsurlarına zulüm etmek için, düşünce ve ifade özgürlüğünü yok etmek için, bu insanları terörist ve darbeci olarak sunmak, hiç kimseye hayrı dokunmayacak utanç verici çabalardır.
Evet öyle sevgili Mehmet ama bugün Türkiye'de adalet dibe vurmuş durumda. Yargı, "Saray yargısı"na dönüşmüş durumda. Bunun için de, somut kanıt yok ama 3 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis var. Somut kanıt yok ama tutukluluğa devam kararı var. Bu memlekette, anlaşılan o ki adalet, demokrasi, hukuk ve özgürlük açısından daha alınacak çok yol var. Allah hepimize kuvvet versin. Akşam vakti bu satırları yazdıktan sonra Şahin Alpayların, Ali Bulaçların davasından da haber geldi: Somut kanıt yok ama tutukluluğun devamı var!