Bir yerde sorun varsa, çözümsüz kalıyorsa, dallanıp budaklanıp büyüyorsa, o soruna birileri parmak sokar. Özellikle siyasette böyledir. ‘Reel politika’nın acımasızlığı da diyebilirsiniz buna. Bu konuda bizim memleketin dünü ve bugünü epeyce zengindir. Kürt sorunu çözülmüyor mu? Parmaklanır. Alevi sorunu çözülmüyor mu? Parmaklanır. Din, laiklik sorunu çözülmüyor mu? Parmaklanır. Evet öyledir. Çok yaşandı bunlar. Kürtler, demokratik haklarından yoksun bırakılırsa... Aleviler, vicdan özgürlüğünün gereği olan temel haklardan yoksun bırakılırsa... Müslümanlar, din özgürlüğüne ilişkin bazı haklarından yoksun bırakılırsa... Nasıl tarif ederseniz edin, ister dış güçler, ister karanlık odaklar, ister düşmanlar deyin, ne derseniz deyin, onlar kimse gün gelir çözümsüz kalmış sorunlara parmak atarlar. Yangın çıkarırlar. Yangına körükle giderler. Kürtler ayaklanır. Alevi-Sünni çatışmaları patlar. Alevi kıyımları yaşanır. Kan ve gözyaşı akar. Türkiye istikrarsızlaştırılır. Türkiye cephelere ayrılır. Türkiye maddi ve manevi bakımdan kanatılır. Sorunları çözümsüz bırakıp biriktirirsen, ‘dış güçler’, ‘karanlık odaklar’ harekete geçer. Bunları yaşadık. Daha da yaşamaya devam edeceğimiz anlaşılıyor.
Nasıl tarif ederseniz edin, ister dış güçler, ister karanlık odaklar; onlar çözümsüz kalmış sorunlara parmak atarlar
Bunun içindir ki: Trabzon’da Fenerbahçe’nin uğradığı dehşet verici saldırının üstünde, dünkü yazımda da belirttiğim gibi, dikkatle durmak zorundayız. Ucuz atlatılmış olması, yaşanan -ve bir an önce aydınlatılması gereken- saldırının korkunç anlamını değiştirmiyor. Türkiye’nin yılan hikâyesine dönmüş bir sorunu var. Futbol sorunu! Gitgide derinleşen bu büyük sorun, futbol sorunu çözümsüz bırakıldığı içindir ki, yaşandı Trabzon’daki saldırı. Sorun çözümsüz bırakılıp kulüpler birbirleriyle düşmanlaştıkları için yaşandı.
Sorunun bir kritik boyutu daha var. Türkiye’nin yaşamakta olduğu kutuplaşma, cepheleşme süreci. Bu süreç, Tayyip Erdoğan’ın eseridir. Türkiye’yi ne kadar kutuplaştırırsa, seçim sandığında o kadar çok oy devşireceğine inandığı içindir ki, düğmeye bastıkça basıyor. Türkiye’yi bir kıskaca soktukça sokuyor. Gerisi umurunda değil. Meclis’te anayasayı tek başına değiştirecek, kendisine tek adamlık yolunu açacak milletvekili çoğunluğunu elde etmek için ülkeyi yangın yerine çevirebilir. Evet, umurunda bile değil. İşte Erdoğan’ın bu umursamazlığı yüzünden o parmaklar harekete geçmiş durumda. Dağlar da, sokaklar da kıpırdanıyor. Kürtler de kışkırtılıyor bunun için. Aleviler de fiştekleniyor. Sünni-Alevi çatışmasına da çanak tutuluyor. Futbol gibi büyük bir sorun da parmaklanıyor. ‘Provokasyon’lar her köşe başında, Türkiye’nin en büyük adalet sarayında da, İstanbul emniyetinin önünde de kendini belli ediyor.
Soruyorum. O Fenerbahçe otobüsü köprüden aşağı devrilseydi, Türkiye’nin en büyük birkaç kulübünden birinin en değerli futbolcuları hayatını kaybetseydi, bu ülke kendini bir anda cehennem çukurunun içinde bulmaz mıydı?.. Düşünmek bile istemiyorum. Daha fazla uzatmak da gerekmiyor. İçten ve dıştan kolayca parmaklanacak sorunlarımız var. Çözümsüz bırakılmış, birikmiş bu sorunların her biri, gitgide kutuplaşan Türkiye’de saatli bombalara dönüşmüş durumda. ‘Provokasyon’lar, ufak kıvılcımlar çok büyük patlamalara yol açabilir. Son zamanlarda bu kaygı verici konuya kim bilir kaç kez dikkat çektim. Ne kadar tedirgin olduğumu belirttim.
Ama farkındayım. Bu yazıları buz üstüne yazıyorum. Sultan ne demokrasi, ne hukuk takıyor. Özgürlüklerin üstüne üstüne yürümeye, onları fütursuzca çiğnemeye devam ediyor. Son olarak dün, Gezi direnişi günlerinde sosyal bela ilan ettiği Twitter, YouTube ve Facebook’u yasakladı. Elbette şaşırmıyorum. Ama yinelemek istiyorum. Türkiye çok daha kötü günleri görebilir, altüst oluşları yaşayabilir. Hazırlıklı olun. Ne yazık ki öyle.