Vicdan sahibi herkes, Esad zulmüne dur demekten yana. Ama nasıl?.. Batı, son 15 yılda Arap ve Müslüman 8 ülkeye askeri müdahalede bulunmuş. 9. askeri müdahale gelmek üzere... Ama ‘demokrasi’ ve ‘barış' diyerek dışarıdan yapılan müdahalelerin istenen sonuçları doğurmadığı tecrübeyle sabit.
Ortadoğu tam bir barut fıçısı; soru işaretleri çok, yanıtlar az. Suriye’deki hedefler bombalandığında, İran misillemede bulunabilir mi? İsrail beklemeden İran’ı bombalayabilir mi? Müdahale Esad’ı iyice delirtip kimyasal silahları hem halkına, hem Türkiye’deki hedeflere karşı kullanmasına neden olabilir mi?
Suriye’ye havadan sınırlı bir askeri müdahalenin eli kulağında... Ama sorular çok, yanıtlar az ve belirsiz, eski deyişle muğlak...
Konuyu yazmak için dün öğle vakti bilgisayarımın başına oturunca aklıma takılan ilk cümle şu oldu:
Barış ve demokrasiye açılan yollarda yürümenin bir bedeli var, hem de çok büyük bir bedeli...
Tarihin sayfalarını şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Savaşlar, iç savaşlar, din savaşları, mezhep savaşları, etnik çatışmalar, ihtilaller, darbeler, diktalar, kıyımlar, soykırımlar, katliamlar, insanlığa karşı işlenen korkunç suçlar...
Tarih hep böyle yazıldı.
Tarih babanın sayfaları oluk gibi akan kanla yazıldı.
Ne yazık ki gerçek bu.
Yaşanan büyük acılar ve kopuşlar, yer yuvarlağının bazı yerlerindeki - özellikle Avrupa ve Amerika’daki - şanslı toplumları zamanla olgunlaştırdı. İnsanların birbirlerini tüketerek barış olamayacağını, gerçek barış için her türlü farklılığı kabullenmekten başka çare olmadığını onlara gösterdi.
Bir başka deyişle:
İnsanoğlu, demokrasiyle barışın hukuka dayalı iç içeliğini - önce Batı’da - kan ve gözyaşlarıyla öğrenmeye, kavramaya başladı.
Ama her yerde değil.
Arap dünyası kaç zamandır kanlı bir altüst oluşun içinde kıvranıyor. Özellikle Mısır ve Suriye’de kan gölü her geçen gün büyüyor. Kahire’de askeri darbeyle Şam’da Esad diktasının korkunç zulmü insanlığı hiçe sayarak devam ediyor.
Dünyada vicdan sahibi herkes, Esad zulmüne dur demekten yana. İnsanlığa karşı suçların hesabının sorulmasından yana.
Ama nasıl?..
Evet, bu soru da geçerliğini sürdürüyor ne yazık ki. Batı, son 15 yılda Arap ve Müslüman 8 ülkeye askeri müdahalede bulunmuş. Bunlar Irak, Afganistan, Sudan, Mali, Yemen, Somali, Pakistan, Libya. Şimdi Batı’dan 9. askeri müdahale Suriye’ye gelmek üzere...
Bir soru işaretinin çengeli ister istemez düşünen, geçmiş müdahaleleri sonuçlarıyla birlikte yerli yerine oturtmaya çalışan zihinlere asılıyor.
Örneğin Irak’ta ne oldu?
Afganistan’da ne oldu?
Bu soruları sormak, elbette, bu ülkelerde yaşanmış olan Saddam Hüseyin zulmünü ya da Taliban-El Kaide çağdışılığını onaylamak, meşru göstermek anlamına gelmiyor. Aklı başında bir insan, bu sorulardan böyle bir sonuç çıkaracak değildir.
Ama barış diyorsak, demokrasi diye bir derdimiz varsa, istikrar diye bir meseleyi önemsiyorsak, dışarıdan askeri müdahale konusunda ince eleyip sık dokumak zorundayız.
Çünkü yakın geçmişin deneyimleri, yaşanan sonuçların hiç de beklendiği gibi olmadığını gösteriyor. ‘Demokrasi’ydi, ‘barış’tı, ‘istikrar’dı diyerek dışarıdan yapılan askeri müdahalelerin istenen, tasavvur edilen sonuçları doğurmadığı tecrübeyle sabit.
Ne yani, Esad’ın insanlığı hiçe sayan zulmü yanına kâr mı kalsın? Böylesine kanlı bir diktatörden hesap sorulmasın mı?
Vicdan sahibi hiç kimse yanına kâr kalsın, hesap sorulmasın demez. Ama aynı zamanda çok iyi düşünüp taşınır.
Dünyanın bu bölgesi tam bir barut fıçısı. Herkesin bir ağzından çıkan var, bir de kafasının arkasında yatan var.
Oyun içinde oyunlar yani. Bölgeyle ilgili her devletin kendi çıkarlarından kaynaklanan gizli-açık çifte standartları gerçekten itici, ama şaşırtıcı değil.
Amerika, Britanya, Fransa müdahaleden yana ülkeler. Ama Esad rejiminin bugün için yıkılmasını istemedikleri anlaşılıyor. Çünkü onun yerini nasıl bir iktidarın alacağı konusunda derin kuşkuları var. Bu kuşkuyu İsrail de besliyor.
Suudi Arabistan’ı, Arap ülkeleri de ikili oynamaya devam ediyor. İran’ın Suriye’de kazançlı çıkmasına elbette karşılar, ancak El Kaide tarzı İslamcı güçlerin sahnede güçlenmelerini de istemiyorlar.
Bu arada Arap liderler, Suriye’ye askeri müdahaleye kapalı kapılar arkasında destek verseler de, kamuoyu önünde karşı çıkıyorlar. Çünkü bir Arap ülkesinin Batı uçakları tarafından bombalanmasının Arap kamuoyunda tepkiyle, nefretle karşılanacağını, Arap sokağında böyle bir müdahalenin İsrail ve petrol diye gerekçeleneceğini çok iyi biliyorlar.
Kısacası:
Değişik hesaplar, çifte standartlar gırla...
Herkesin kendince bir mutlu son senaryosu var, ama bunlar birbirlerinden o kadar farklı senaryolar ki...
Soru işaretleri çok, yanıtlar az. Ya da yanıtlar belirsiz, eski deyişle muğlak...
Suriye’deki hedefler bombalandığında, İran örneğin Körfez ülkelerine ve İsrail’e karşı misillemede bulunabilir mi? İsrail bunu beklemeden İran’daki nükleer hedefleri bombalayabilir mi?
Suriye’ye askeri müdahale, ülkedeki iç savaşı daha beter derinleştirir mi? Esad’ı iyice delirtip kimyasal, biyolojik silahları hem kendi halkına, hem de İsrail veya Türkiye’deki hedeflere karşı kullanmasına neden olabilir mi?
İslam âleminde, El Kaide-El Nusra türü radikal akımların değirmenine su taşır mı böyle bir müdahale?
Ve Irak gibi Suriye’nin de fiilen bölünmesinin bölgeye ve Türkiye’ye dönük olası etkileri...
Evet, yanıtsız sorularla kıyamet senaryolarını, hele bugünkü gibi tam bir barut fıçısı olan Ortadoğu’da istediğiniz gibi uzatabilirsiniz.
Peki, bu bir ipe un serme tarzı mı?
Hiç kuşkusuz hayır.
Ama siyasetin fena halde acımasız oynandığı, her şeyin böylesine bıçak sırtında olduğu son derece karmaşık bir bölgede yaşıyoruz.
Elbette, Beşşar Esad gibi eli kanlı diktatörden hesap sorulmalı. Elbette, barış yolu açılmalı Suriye’de. Elbette, insanca yaşayabilmenin - ve zamanla demokrasi ve hukuk düzeninin - koşulları, altyapısı kurulmalı bu ülkede.
Demek istiyorum ki:
Batı’dan askeri müdahale her an beklenirken, sorunun ne kadar güç ve karmaşık olduğu da gözden kaçırılmasın.
Son olarak, İhsan Dağı’nın önceki gün Zaman’daki yazısında yer alan Erdoğan iktidarına yönelik sorularıyla yazımı noktalıyorum:
“Bölgeye ‘kan ve petrol içenler’ yeniden geliyorlar galiba. Gelip Suriye’de Esed rejimini yıkacaklarmış. Gelsinler mi? Gelsinler diyorsanız ve hatta onları çağırıyorsanız, ortaklık teklif ediyorsanız, haftalardır Batı, ABD, Avrupa hakkında saydırdıklarınızı unutmaya hazır mısınız? İlkeli, ‘değer’li dediğiniz dış politika çizgisinin bu ‘ortaklık’la ‘değersiz’leştiğini söyleyenlere ne cevap vereceksiniz?”
Son söz:
Dış politika, diplomasi zor zanaattır.
Twitter: @HSNCML