Başbakan Erdoğan, gelecek hafta gideceği Brüksel'de yaradana sığınıp bir one minute de Avrupa Birliği’ne çekebilir mi?.. O pek sevdiği Kasımpaşalı ağzıyla “Eyy Avrupa!” diye efelenip AB’ye postasını koyar mı, “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” diyerek?..
İçte ve dışta, Erdoğan’ın Brüksel ziyareti nedeniyle tansiyon şimdiden yükselmeye, başlamış durumda. Peki AB, Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerini tümüyle askıya alabilir mi" sorusu kafaları meşgul ederken Brüksel'de nasıl "iç değerlendirmeler" yapılıyor?
Bşbakan Erdoğan, gelecek hafta, 21 Ocak günü Brüksel’e gidecek.
Şimdi bir soru işareti, çengelini getirip zihinlere asıyor:
Tayyip Erdoğan, yaradana sığınıp bir one minute de Avrupa Birliği’ne çekebilir mi?..
Ya da o pek sevdiği Kasımpaşalı ağzıyla “Eyy Avrupa!” diye efelenip AB’ye postasını koyar mı, “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” diyerek?..
Tayyip Erdoğan bu, yapar mı yapar.
İçte ve dışta, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini önemseyen çevrelerde, Erdoğan’ın Brüksel ziyareti nedeniyle tansiyon şimdiden yükselmeye, vücut kimyaları hafif hafif bozulmaya başlamış durumda.
17 Aralık’la birlikte, özellikle Tayyip Erdoğan’ın yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrılığını hiçe sayan HSYK hamlesinden sonra Brüksel’den Ankara’ya dönük eleştiriler gitgide çoğalıyor.
Bu eleştiriler arasında bir soru işareti kafaları özellikle meşgul ediyor:
AB, Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerini tümüyle askıya alabilir mi, yani ilişkileri dondurabilir mi?
Bu soru beni otuz küsur yıl öncesine götürdü.
1980 yılı sonbaharı.
12 Eylül askeri darbesi yeni yapılmış. Parlamento kapatılmış, siyasi liderlerle birçok milletvekili hapiste. Politika kulisinde sıcak bir konu var:
Avrupa Konseyi, Türkiye’nin üyeliğini askıya alacak mı?
TBMM’nin kapısına kilit vurmuş olan askeri yönetim bu askı meselesine karşı. Bunun için Metin Toker, Turan Güneş gibi Avrupa Konseyi kulisini iyi bilen bazı eski parlamenterlerin Strasbourg’a gidip temaslarda bulunmalarına yeşil ışık yakıyor.
O tarihlerde Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisiyim. Günlüğümün 12 Ekim 1980 tarihli sayfasına şu notu düşüyorum:
“Akşamüstü Turan Güneş’e uğradım. Avrupa Konseyi’ne neden gittiğini anlattı. Sıkıntılı ve tedirgin görünüyordu. Gittiği için sanki kendini savunma ihtiyacı içindeydi. Bıyıklarını her zamanki gibi çekiştire çekiştire, ‘Her dönemde yapılacak siyaset vardır’ dedi.
Strasbourg’a, konsey toplantısına gitmeden önce ve geldikten sonra Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Saltık Paşa’yla konuşmuş, şöyle demiş: ‘Konsey’de Türk delegasyonu 12 parlamenterden oluşuyor. Biri, MHP Konya Milletvekili Agah Oktay Güner, gözaltında. Onun neden tutuklu olduğunu, ‘faşistlik’ten diyerek anlatmak kolay Konsey üyelerine. Ama MSP’li parlamenter Temel Karamollaoğlu’nun gözaltında oluşunun sebebini anlatmak kolay değil. Adam Kıbrıs’ta Atatürk’ün adını anmadan deccal demiş. Bunu Konsey’e nasıl anlatayım?.. Bir kere şu deccal kelimesinin Fransızcasını bulmak mümkün değil.’ Turan Güneş, Saltık Paşa’nın yanıtını ise anlatmadı.” (Hasan Cemal, Tank Sesiyle Uyanmak, Everest Yayınları, sayfa 59)
1980’lerin başındaki askeri yönetim günlerinde Avrupa Konseyi’ne genellikle denirdi ki: “Türkiye’nin Avrupa Konseyi’yle ilişkilerini askıya almayın. Alırsanız, bir yandan askeri yönetim üzerinde baskı yapabilecek en önemli kozu kaybederken, aynı zamanda askeri yönetimin ömrünü de uzatmış olursunuz.”
AB, Türkiye’yle müzakereleri askıya mı alacak, yani ilişkileri donduracak mı sorusu ve bu konudaki spekülasyonlar gündemde yükselirken otuz küsur yıl önceye gittim.
Yıllar geçmiş...
Bugüne gelmekte yarar var.
Brüksel’de Tayyip Erdoğan’a dönük havanın çok kötü olduğu konusunda kuşku yok. HSYK hamlesinin AB normlarına aykırı düştüğünü, hatta hukuka karşı bir darbe olduğunu düşünenlerin sayısı her geçen gün çoğalıyor.
Bunun için de ne yapmalı sorusu fazlasıyla güncel.
Şunu hemen belirtmekte yarar var.
Zaten uzunca zamandır geberik giden müzakereleri askıya alma fikri bugün için Brüksel’de ağır basmıyor.
Bu opsiyon da elden bırakılmıyor ama Tayyip Erdoğan kendi yolundan sapmazsa, bir şeyler yapılması gerektiğinin de farkındalar. Bunun için Brüksel’de iç değerlendirmeler devam ediyor.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğüyle ilgili olarak kendi koydukları ilkelerin açıkça çiğnenmesine sessiz kalamayacaklarını biliyorlar, bunu da bir süredir değişik kanallardan belli ediyorlar.
Ancak, çaresiz kalıp ilişkileri askıya alırlarsa, bunu bir daha askıdan indirmenin ne kadar güç, hatta neredeyse imkânsız olacağının da farkındalar.
Ayrıca, bir dondurma kararıyla ellerindeki en önemli kozu kaybedeceklerini, böylece Türkiye’nin sırtını Batı’ya dönüp olmadık sulara sapmasına da katkıda bulunacaklarını görüyorlar.
Bu nedenle tedirginler.
Haksız da değiller.
AB’nin Türkiye’yle ilişkilerini askıya almasının iki tarafın da çıkarlarına ters düşeceğini düşünüyorum.
AB’den uzaklaşmak, Türkiye’ye hem siyasal, hem ekonomik bakımdan büyük zarar verir.
Demokrasiydi, hukuktu, insan haklarıydı, birçok alanda Türkiye zamanla daha beter geriler.
Öte yandan, Türkiye bugün ticaretinin yüzde 50’sini Avrupa Birliği’yle yapıyor. Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 85’i AB ülkelerinden geliyor.
Bu iki rakam bile, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağının AB olduğu gerçeğini ve ekonomik bakımdan AB’nin tartışılmaz ağırlığını sergiliyor.
Böyle bir büyük ortakla Türkiye’nin ilişkilerini gerektiği gibi götürmesi ve her alanda geliştirmesi önemlidir, hatta yaşamsaldır.
Yine böyle bir ortakla Türkiye’nin ilişki yapısını posta koymak üstüne kurması, bir başka büyük hatanın altını çizer.
Gezi’den, özellikle de 17 Aralık’tan itibaren AB’ye yönelik diplomatik üsluptan yoksun, yer yer de seviyesiz hava, ne bu ülkeye yakışıyor, ne de çıkarlarıyla örtüşüyor.
Biraz klasik olacak ama yazımı öyle noktalamak istiyorum:
Dileriz, her iki tarafa da sağduyu, eski deyişle aklıselim bir an evvel hakim olur!
Ama maalesef sağduyunun pek öyle hakim olamayacağı anlaşılıyor.
Bu satırları yazdıktan sonra televizyonda Başbakan Erdoğan’ın Ankara’da Büyükelçiler Konferansı’ndaki konuşmasını izledim, şöyle diyordu:
“AB ülkelerinde HSYK ile ilgili oturmuş bir sistem yokken, her ülke kendine ait bir düzenleme yaparken, Türkiye’nin HSYK düzenlemesi ile ilgili beyanatta bulunmak kimsenin haddi değildir.”
Allah kolaylık versin Türkiye’ye.
Twitter: @HSNCML