Çoktandır anlaşılan o ki, Başbakan, sadece 'cici gazeteciler' ile kendini rahat hissediyor. Çünkü ‘cici’lerinden emin. Onlardan yolsuzlukla, yargı bağımsızlığıyla, Reza Zarrab’la, Urla villalarıyla, Sabah-ATV satışıyla, Bilal Erdoğan'la, ses kayıtlarıyla ilgili soru gelmeyeceğinden emin.
Ama şunu iyi bilmek gerekir. Cici gazeteciler ile, yayın yasakları ile gerçeklerin üstü örtülemez. Medyayı tamamen teslim almaya kalkarak gerçeklerin üstü örtülemez. Peki Tayyip Erdoğan, bir şeylerden korkmasa, kendinden emin olsa ya da gerçek bir Kasımpaşalı olsaydı ne yapardı?
Gazeteci soru soruyor, Başbakan azarlıyor gazeteciyi, tersliyor televizyon kameralarının önünde.
Olacak şey mi?
Gazeteci varsa, soru sormak için var.
Başbakan ister cevap verir, ister vermez.
Ama bir şey yapmaya hakkı yoktur:
Hoşlanmadığı soruyu sordu diye gazeteciyi azarlayamaz, ona fırça çekemez.
Gazeteci, gerektiğinde en ters soruyu, hatta bazen en abuk soruyu sormak için vardır, eğer demokrasi diyorsak...
Bunu içine sindiremeyen bir başbakan ise ‘demokrasi kültürü’nden nasipsiz sayılır; kendi kendisiyle dolu, iktidar kibiri içindeki otoriter bir lider sınıfına girer.
Öte yandan, bizde gazeteci fırçayı yiyor, azarı işitiyor Başbakan’dan ama ortalıkta tıs yok, yaprak kımıldamıyor.
Başkalarını geçtim, gazeteci milleti de ses vermiyor. Kendi meslektaşlarına, kendi mesleklerine, yani gazeteciliğe doğru dürüst sahip çıkmıyor, ayağa kalkmıyor gazeteci milleti...
Sanki Başbakan’dan gazeteciye fırça normal, rutin bir olaymış gibi karşılanıyor.
Ne yazık.
Gazetecinin iktidar sahiplerden, hele sorduğu sorudan dolayı azar işitmesi, bu memlekette değil de Avrupa’sında, Amerika’sında olsa medya ayağa kalkar, başyazılar yazılır, ortalık günlerce inletilirdi.
Bizde maalesef geçiştiriliyor.
Bu da Türkiye’de demokrasi ve ifade özgürlüğünün geleceği açısından hiç de hayırlı bir işaret değil.
Çoktandır anlaşılan o ki, Başbakan Erdoğan, sadece cici gazeteciler ile kendini rahat hissediyor, güvende hissediyor.
Çünkü ‘cici’lerinden emin.
Onların kendini rahatsız etmeyeceklerini biliyor.
Onların ne sorup soramayacaklarını biliyor.
Onlardan, içinde yolsuzluk ya da rüşvet gibi sözcükler geçen sorular gelmeyeceğinden emin.
Onlardan yargı bağımsızlığı konusunu didikleyecek sorular beklemiyor.
Reza Zarrab’la, onun mal varlığıyla ilgili sorular sorulmayacağını da biliyor.
Urla villaları...
Bu konuyla ilgili ses kayıtları...
Tapeler...
Bu son derece hassas konularda ‘cici gazeteciler’den gazetecilik adına çatlak ses çıkacağına da hiç ihtimal vermediği için onlarla rahat ediyor.
Ya Sabah-ATV satışı?..
Bunun için üçüncü havalimanı ihalesini alan büyük müteahhitlerden bir para havuzu oluşturuluyor iktidarın doruklarında. Bunun oluşumunda bir Bakan’la Başbakan’ın da isimleri geçiyor.
Yine tapeler, yine ses kayıtları...
Ama Tayyip Erdoğan biliyor ki, ciciler bu konuyu da gündeme getirip başbakanlarını rahatsız etmezler.
Bilal Erdoğan...
Bu konu da bir başka ‘tabu’dur. Sorulmayacağını bildiği için de yine ‘cici gazeteciler’ vardır Erdoğan’ın etrafında...
Ya cumhuriyet tarihinin en büyük polis kıyımı... Onların buna da ilişmeyeceklerini bildiği için, hiç kuşkusuz, içi rahattır Tayyip Erdoğan’ın...
Bugüne kadar kim bilir kaç kez değiştirilmiş Kamu İhale Yasası konusunda da kulağına herhangi bir soru çalınmayacağından emindir Başbakan Erdoğan...
Bir de önceki gün yayımlanan taze Freedom House raporu var.
Diyor ki:
“Medya, hükümet tarafından uygulanan çok büyük bir baskıyla karşı karşıya…” Diyor ki:
“Geçen yıl onlarca gazeteci hükümet baskısı nedeniyle işini kaybetti.”
Diyor ki:
“Hükümet yetkililerinin gazetecilere yönelik tehditleri olağan hale geldi.” Diyor ki:
“Hükümetin, Aralık 2013’te ortaya çıkan büyük çaplı yolsuzluk skandalının ardından ifade özgürlüğünü baskı altına alma yönünde gittikçe yoğunlaşan girişimleri var.”
Freedom House böyle diyor ama…
Başbakan Erdoğan, herhalde, bu raporla ilgili olarak da herhangi bir soru gelmeyeceğinden emin olduğu içindir ki, ‘cici gazeteci’leriyle rahat ediyor.En ufak bir çatlak ses çıkmayacağını bildiği için de onlarla kendini güvende hissediyor.
Olabilir.
Ama şunu iyi bilmek gerekir.
Cici gazeteciler ile, yayın yasakları ile gerçeklerin üstü örtülemez.
Gerçeklerden kaçılamaz.
Medyayı tamamen teslim almaya kalkarak, medya denetiminden kaçarak, gerçeklerin üstü örtülemez.
Gerçekler eninde sonunda kabak gibi ortaya çıkar.
Çıkmaya başlamıştır bile...
Özgürlükleri ne kadar kuşatmaya kalkışsanız da değişen bir şey olmayacak.
Bu gidişin sonu hüsrandır.
Yazımın sonuna doğru aklıma takıldı.
Tayyip Erdoğan, bir şeylerden korkmasa, kendinden emin olsa ya da gerçek bir Kasımpaşalı olsa, karşısına ‘cici gazeteciler’ yerine gerçek gazetecileri alır, onların her konudaki sorularını takır takır yanıtlardı.
Demek ki değilmiş!
Yazımı, Murat Belge’nin dün Taraf’taki Kullanışsız Aletler başlıklı yazısının son bölümüyle noktalıyorum
“Derin devlet dediğimiz o yapı gerçekten dağılmadan, vesayet rejimi dediğimiz tarz-ı siyasetin miadını doldurduğu ve artık kesinlikle sandık odasına kaldırılması gerektiği anlaşılmadan, AKP kendi yaptığı işten vazgeçti. Başbakan’ın emriyle çadırlarını topladı, çekiliyor.
Olay birdenbire bu renge boyanınca, ‘yara aldı’, ‘gitti gidiyor’ dediğimiz o anlayış bundan zafer kazanarak da çıkabilir. Oyunun ne kadar ustalıkla oynanacağına bakar bu.
Ama zafere ulaşması için ve arkasında yatan kurumsal yapının onarılarak ayağa kaldırılması için elinden geleni yapmaya hazır bir kesim var.
Zaten vardı.
Şimdi kullanışlı aptal olmaktan kurtulan ve böylece gaflet (ya da Fethullah) uykusundan uyananlar da bu işe omuz vermeye geliyor.”
Twitter: @HSNCML