10 Kasım’da dikkatimi çekti. Atatürk’ü yere göğe koyamıyorlar. Erdoğan da, Davutoğlu da öyle. Tayyip Erdoğan’a göre, Atatürk de yeni Türkiye demiş Nutuk’ta. Ahmet Davutoğlu da uzun konuşmasında, Atatürk’ün tam bağımsızlık, tam istiklal diyerek yola çıktığını belirtiyor. Erdoğan’la Davutoğlu’ndaki bu Atatürk aşkı da şimdi nereden çıktı, diye düşünürken İlhan Selçuk’u anımsadım. Cumhuriyet gazetesinde, sanıyorum 2000’lerin başındaki bir başyazısında, Erbakan Hoca’yı ‘milli cephe’nin içine koymuştu. Çünkü Erbakan Hoca ve onun ‘Milli Görüş’ü, Batı’dan hazzetmiyordu; kapitalizmi sevmiyor, Siyonist oyunu olarak görüyordu; ayrıca Avrupa Birliği’ne karşıydı. 1990’ların sonuyla 2000’lerin ilk yıllarında ‘Kızıl Elma’nın başideologluğuna soyunur gibi olan İlhan Selçuk, aynı tarihlerde AB yolunu zorlamakta olan Tayyip Erdoğan’ı gayrimilli ilan ederken, Erbakan Hoca’ya ‘milli cephe’de yer vermişti. Aklıma takılan soru şu: Acaba İlhan Selçuk bugün yaşıyor olsaydı, Erdoğan’ı da ‘milli cephesi’nin bir yerine koyar mıydı? Bilemiyorum. Yoksa Tayyip Erdoğan yeniden Erbakan Hoca’laşıyor mu?.. (1 Ağustos 2013 / T24)
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, MGK’ya da, kurulun ‘Kırmızı Kitap’ına da sahip çıkarak hiç de demokratik olmayan sulara savruluyorlar
Erdoğan artık Nutuk’tan alıntılarla konuşuyor. Sevr, manda sözcükleri ağzından düşmüyor. Batı’ya sırtını dönüyor. Gündeminden AB’yi çıkarıyor. Amerika’yı, Avrupa’yı Ortadoğu’da Türkiye’yi de kapsayan sınırları yeniden çizmeye hazırlanan emperyalist, yeni sömürgeci güçler olarak görüyor. Bu açıdan Amerika’yı adını vermeden üst akıl diye her fırsatta eleştiriyor. Başbakan Davutoğlu da farklı değil. Söyleminde Batı karşıtlığı derinleşiyor, tam bağımsızlık, tam istiklal vurgusuyla aşırı milliyetçi bir dil sivriliyor. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, Milli Güvenlik Kurulu’na da, kurulun ‘Kırmızı Kitap’ına da sahip çıkıyorlar. Böylece, hiç de demokratik olmayan sulara savruluyorlar. Ergenekon ve Balyoz’la ilgili olarak ‘asker’i memnun eden tavırlarını, şimdi de Kürt sorunu ve PKK konusunda sergiliyorlar. Sözü uzatmak gerekmiyor. MGK ve Kırmızı Kitap yönelişleri de, çözüm süreci bağlamında verdiği sinyaller de, hiç kuşkunuz olmasın, Erdoğan’ın çoktandır yöneldiği anti-demokrasiye dair yeni işaretlerdir. Bunları düşünürken aklıma ister istemez şu soru düşüyor: Apoletli Kemalizm’den cübbeli Kemalizm’e mi?.. Galiba öyle.
Erdoğan’ın yeni Türkiye’si böyle bir Türkiye. Demokrasi ve hukuku iplemeyen, sırtını Batı’ya, Amerika’yla Avrupa’ya dönen bir Türkiye. Bu ‘yeni Türkiye’nin simgesine gelince, bir görgüsüzlük, israf ve otoriterlik ya da tek adamlık anıtı olarak tarihe şimdiden adını büyük harflerle yazdıran Ak Saray’dır. Şurası çok açık: Erdoğan kendini Atatürk’ten büyük görüyor, Atatürk’ü aştığını düşünüyor. Çankaya Köşkü’nden Ak Saray’a taşınırken de, kendi büyüklüğünün altını kalın olarak çizdiğine inanıyor. Ak Saray’ın merdivenlerinde, güç zehirlenmesinin en tipik örneklerinden biri olan o kibir dolu “En büyük benim, benden başka büyük yok!” pozlarını da bunun için veriyor.
Erdoğan, Atatürk’ü aştığını düşünüyor. Ak Saray’da o kibir dolu, ‘En büyük benim, başka büyük yok!’ pozlarını da bunun için veriyor
Malum, Türk siyasal yaşamında Atatürk’ü kullanmayan yok gibidir. Erbakan Hoca bile bir zamanlar Batı’ya çatarken, “Atatürk yaşasa, o da bizim partiye oy verirdi” diyebilmişti. Anlaşılan şimdi sıra Erdoğan’da. Galiba o da bazı bakımlardan Atatürkçü kesilmeye hazırlanıyor. Tam bağımsızlık söylemiyle Batı’ya posta koyarak, ‘asker’e daha fazla yaslanmanın yollarında yürüyerek, aşırı milliyetçi, Osmanlıcı sloganlarla Doğu’ya dönmenin sinyallerini atarak kafaları karıştırdığını sanıyor. Ama yanılıyor. Demokrasi ve hukukun temel değerlerine böylesine boş veren Erdoğan iktidarı bu yolda ancak kendini aldatır. Kriter, demokrasi ve hukukun üstünlüğüdür. Türkiye’yi kimse bu yoldan geri çeviremez! ‘Erdoğan devleti’ne demokrasi ve hukukun üstünlüğü pencerelerinden bakınca da, kimse kolay yemez bu Atatürkçülüğü... Tayyip Erdoğan, Erbakan Hoca, İlhan Selçuk, Yiğit Bulut... (6 Mayıs 2014 / T24)
YENİ TÜRKİYE, ESKİ TÜRKİYE...
Murat Belge’nin dün Taraf’taki ‘Eski hamam, yeni tas’ başlıklı yazısında belirttiği gibi:
Atatürk demokrat yapıda bir önder değildi. Atatürkçüler bu toplumu onun adına tamamen statik bir varoluş biçimine mahkûm ettiler. Bir toplum tamamen statik kalabilir mi? Kalamaz. Türkiye de kalmadı. Değişti. Ama kendisine empoze edilen o sınırlardan ötürü, bir tarafları gereği gibi büyüyemedi, gelişemedi. Atatürkçülük adına yapılan darbelerle demokratik kurumlarının köklenmesine sekte vuruldu. Dolayısıyla, bedeni büyürken aklı gelişemeyen özürlü insanlar gibi, tuhaf bir varlık çıktı ortaya. Demokrasi durmadan sözü edilen, ama hiçbir zaman elle tutulamayan, gözle görülemeyen, kimi zaman karikatürcülerin resmettiği peri kızı gibi bir hayal olarak uçuştu hayatımızda. Yaşayan bir demokrasi kültürü kurulamadı.
ENTELEKTÜEL DUVARLAR!
‘Erdoğan devleti’ne demokrasi ve hukukun üstünlüğü pencerelerinden bakınca, kimse kolay yemez bu Atatürkçülüğü...
Atatürk’ün kendisinden çok Atatürkçülük adına inşa edilen bu entelektüel duvarlar yıkılıp temizlenmeden bu ülkenin gerçekten değişmesi, demokratik bir evreye girmesi mümkün değildi. Ama şu son yıllarda, Atatürk ve Atatürkçülük kavramı ve uygulamasından vazgeçilmesinin de değişmeye ve demokratik bir evreye girmeye yetmediğini gözlemlemekteyiz. Bugünlerin gözde konusunun çerçevesinde konuşursak, Atatürk’ün yaptırdığı Çankaya Köşkü’nde oturmayı reddederek, yeni bir saray yaptırmak, yeni Türkiye kurmak anlamına gelmiyor. Bu ülke topraklarında bir yeni çirkin bina daha yaptırmaktan başka bir anlama gelmiyor. Hayatımızda yeni bir şeylerin başlaması için belki öncelikle kendine saray yaptırma alışkanlığından vazgeçmek gerekiyor.
ATATÜRK YERİNE MUHAMMED!
Bir panelde, dinleyiciler arasından emekli bir subay haykırıyordu: “Ana rahminden doğmamış bebeğin beynine Atatürkçülüğü kazımamız lazım!” Beynimizden Atatürk yazısını (ya da ‘kazısı’nı) silip yerine Muhammed yazmakla demokrasi olmaz. Düşünce özgürlüğü olmaz. Medeniyet olmaz. Sorun kafese kapatılmış kuşun önüne arpa yerine yulaf koymak gibi bir şey değil. Sorun kafesin kapısını açmak, daha doğrusu, kafes yapmaktan vazgeçmek. Saray yapmaktan da vazgeçmek olduğu gibi.