Evet, Türkiye darbeler ülkesi oldu. Dijital darbe ile yedi televizyon kanalı birden Digitürk’ten, Tvbu’dan, Türksat’tan çıkarıldı. Bu dijital darbe hukuka darbeydi. Medya özgürlüğüne darbeydi. Çok sesliliğe darbeydi. Demokrasiyi demokrasi yapan temel değerlere kaba bir darbeydi bu dijital darbe. Çünkü seçime gidilirken, yalnızca Saray’daki Sultan’la tetikçilerinin sesi duyulsun isteniyordu. Eleştirel sesler, muhalif sesler susturulmak, sindirilmek isteniyordu. Evet, Türkiye darbeler ülkesi oldu. Darbeler tek adamlık düzeni içindi. ‘Kanlı Cumartesi’ye dönük yayın yasağıyla medya özgürlüğü, ifade özgürlüğü yeni bir darbe daha yedi. Katliam karartılmak istendi. Katliamda ihmaller gizlenmek istendi. 102 cana mal olan ihmallerde hükümetin sorumluluğu örtbas edilmek istendi.
Evet, Türkiye darbeler ülkesi oldu. Çünkü Sultan kendi sesine meftundu. Meydanın sadece kendisine ve Saray soytarılarına kalmasını istiyordu
Sansür bunun için getirildi. Özgürlüğe darbe bunun için vuruldu. İfade özgürlüğüne bir başka darbe yine Saray’daki Sultan adına indirildi. Ona hakaret gerekçesiyle, bir twit yüzünden bir genel yayın yönetmeni kısa süreli hapsi boyladı. Yine birçok gazeteci hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaret bahanesiyle soruşturma başlatıldı. Evet, Türkiye darbeler ülkesi oldu. ‘Bağımsız medya’ya darbe üstüne darbe vuruldu. Büyük devlet ihaleleriyle medya düzeni çok büyük ölçüde Saray’a bağlandı. Sultan son sözü söylemeden medyada neredeyse taş kıpırdamadı. Vergi denetimleriyle, vergi cezalarıyla medya patronları hizaya getirilmek istendi. Nedeni çok açıktı. Ortalığın “Çok yaşa padişahım, senden büyük yok!” avazeleriyle çınlaması isteniyordu. Evet, Türkiye darbeler ülkesi oldu. Çünkü Sultan kendi sesine meftundu. Başka ses duyulsun istemiyordu. Meydanın sadece kendisine ve Saray soytarılarına kalmasını istiyordu. Kendisini eleştirene darbeci diyordu. Kendisini eleştireni hain ilan ediyordu. Kendisini eleştirene aşağılık diyordu. Çünkü demokrasiden hazzetmiyordu. Demokrasinin başına bela olacağını biliyordu. Demokrasi kapıyı çalarsa, rüşvet ve soruşturma dosyalarının açılacağını, hesap sorulacağını adı gibi biliyordu. Bu yüzden darbe üstüne darbe yaptı. Evet, Türkiye darbeler ülkesi oldu. Anayasa darbesi yaptı! Anayasayı ‘bekleme odası’na aldığını, yani rafa kaldırdığını kendi ağzıyla ilan etti. Rejimi fiilen değiştirdiğini açıklarken, ‘anayasa darbesi’ni kendi ağzından itiraf etti. Ne yargı bağımsızlığı tanıdı, ne de güçler ayrılığı... Saray her şeyin üstüne çıktı. Devlet böyle ‘çete’leşti. Türkiye böyle darbeler ülkesi haline geldi.
Kanlı Cumartesi’ye dönük yayın yasağıyla medya ve ifade özgürlüğü yeni bir darbe daha yedi. Katliam karartılmak, ihmaller gizlenmek istendi
Bir zamanlar hukukun üstünlüğünü savunduğu için Sultan tarafından hain ilan edilmiş olan Anayasa Mahkemesi’nin eski Başkanı Haşim Kılıç, Türkiye’nin nasıl darbeler ülkesi haline geldiğini, Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin düzenlediği "Hukuk Devleti Konferansı"nda anlattı.
Geçmişte TCK’nın 163. ve 312. maddeleri kullanılarak zalimlikler yapılıyordu. Bugün başka maddeler kullanılarak insanlarımız susturulmaya çalışılmaktadır. Geçmişte yaşanan bu örnekler hukukun bir gün herkese lazım olacağının en tipik kanıtlarıdır. Günümüzde kamu gücü kullanılarak toplum korkutulmaya devam edilmektedir. Hukuk devletinin ’korku devletine’ dönüştüğü bir yapı ile ülkelerin ayakta kaldığına insanlık tarihimiz şahitlik etmiyor. Adaletin vesayet odaklarından korkanlarla değil ancak vicdan azabı çekmekten korkanların eliyle gerçekleşeceği açıktır. Hukukun yerine korkunun hakim olduğu dönemlerde aydınlarımızın tepkisizlik ve suskunluğun arkasına gizlenerek zalimlikleri savuşturma refleksi ürkütücü ve utanç vericidir. Sessiz kalmak utancını yaşamamak için bir kez daha vurgulamak istiyorum. Farklı düşünenler ve en masum eleştiri sahipleri ’hainlik’ suçlamasıyla linç edilmektedir. Gazetecilerin kamu adına yaptıkları görev ve düşüncelerini ifade etmeleri nedeni ile işlerine son verilme ya da cezalandırılma korkusu altında kimyalarının bozulduğu yaşanan gerçeklerimizdir. Oysa demokratik bir ülkede özgürlükler en çok muhalifler için değerlidir. Yaşatılan korku ve hukuksuzluğu iç dünyalarında tolere etmeye çalışmak insanlık onuruyla bağdaşmaz. Adalet, vicdan dilinden korkanların diliyle gerçekleşir. Adil insan odur ki dışlanmayı ve yalnız kalmayı göze alabilendir. Eskinin mağdur ve mazlumları çağımızı görmez, duymaz oldu. Yaşanan olumsuzluklara rağmen umutlarımızı yitirmeyeceğiz. Başta AYM olmak üzere bütün yargımız, ifade özgürlüğü konusunda AİHM'nin anlayış ve uygulamalarını dikkate alarak seslerini duyurmalıdır. İnanıyorum ki bu sesler ulaştığında en yüksek onur yargıçların olacaktır. Yaşanan olumsuzluklara rağmen umutlarımızı yitirmeyeceğiz. Hukuk güvenliğinin sağlandığı, insan onurunun yükseldiği, farklı düşüncelerin yaşandığı bir aydınlık geleceği diliyorum.
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı, değerli hukukçu Haşim Kılıç’ın demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunan bu sözlerine ya da ‘demokrasi çığlığı’na lütfen kulak verin. Son söz: Türkiye’deki ‘darbe düzeni’ne 1 Kasım’da oylarımızla hayır diyeceğiz, dur diyeceğiz ve hukukun üstünlüğü kapısını açacağız.