Brüksel, 3 Mayıs 2018
3 Mayıs'lar, Dünya Basın Özgürlüğü Günü'dür. Bu çerçevede Avrupa Parlamentosu'nda iki günlük bir toplantı yapılıyor: Türkiye'de Medya ve İfade Özgürlüğü... Toplantının bugünkü birinci gününde, ben de P24 Başkanı olarak Türkiye’nin Avrupa Hülyası başlığını taşıyan aşağıdaki konuşmayı yaptım.
* * *
Bir soruyla başlıyorum konuşmama: Türkiye'de medya ve ifade özgürlüğü ne durumda? Cevap: Çok kötü durumda. Son örnek: Cumhuriyet gazetesine geçen hafta, 25 Nisan 2018 günü yağdırılan hapis cezaları, Türkiye'nin gazeteciliği suç sayan, medya ve ifade özgürlüğünü hiçe sayan bir zihniyet tarafından yönetildiğini bir kez daha göstermiş durumda. Türkiye'de Erdoğan darbesi yaşanıyor! Bir korku ikliminin özgürlükleri gitgide boğduğu bir Türkiye bu... Durum böyle ama ben konuşmama önce Türkiye'nin "Avrupa hülyası"nı anlatarak başlamak istiyorum. Bu hülya epeyce eskilere gider. 74 yaşındayım. Benim neslimin ve benden öncekilerin Türkiye'sinde, "Avrupa'ya gitmek" vardı. Bir zamanlar Paris'e, Londra'ya, Berlin'e, Brüksel'e değil de, "Avrupa'ya gidilirdi!" "Annemle babam Avrupa'da tatildeler" denirdi. "Bizim oğlan Avrupa'da okuyor" denirdi. "Avrupa görmüş adam" başka türlü bir adam sayılırdı. Kısacası: Türkiye'de model Osmanlı'dan beri Avrupa'ydı. Modernleşme de desen, Batılılaşma da desen, "muasır medeniyet" de desen, hepsinde Türkiye'nin yüzü Avrupa'ya dönüktü. Cumhuriyet 1923'de kurulduktan sonra Medeni Kanun İsviçre'den, Ticaret Kanunu Almanya'dan, Ceza Kanunu İtalya'dan, İdare Hukuku Fransa'dan alınmıştı. Kağıt üstündeki nihai hedef, günün birinde "Avrupa'daki kadar demokrasi"ydi. Türkiye bunun için Avrupa Konseyi'ne üye oldu. NATO'ya girdi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin altına imza attı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargısını kabul etti. Avrupa Birliği yolunda ilk imzayı 1963 yılında attı Türkiye. 1987'de tam üyeliğe başvurdu. 1996'da Gümrük Birliği'ni yaptı. 1999'da AB'ye aday üye oldu. Ve 2005 yılında, Erdoğan-Gül ikilisinin iktidarında, Türkiye'yle Avrupa Birliği arasında tam üyelik müzakereleri başladı.
Türkiye'de bugün, bir zamanlar beğenmediğim "ikinci sınıf demokrasi" bile hayal olmuş durumda...
Türkiye'nin "Avrupa hülyası"nın çerçevesini çizen bu tarihlerde ben de, bu "hülya"nın sıkı bir takipçisi olmuştum. Gazeteci ve yazar olarak yıllar yılı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliğini savundum. Türkiye'deki demokrasi ve hukuk çıtasının Avrupa'daki seviyeye yükselmesi için yıllarca yazdım durdum. Ama olmadı. Hayal kırıklığım büyüktür. 74 yaşında 49 yıllık gazeteciyim. Onca yıl peşinden koştuğum "Avrupa hülyası" gerçekleşmedi. Bugün Türkiye sırtını Avrupa'ya dönmüş durumda. Yüzünü Batı'dan Doğu'ya çevirmiş bir Türkiye'de yaşıyorum. Evet, Avrupa'yı Avrupa, demokrasiyi demokrasi yapan değerlerden gitgide uzaklaşan bir Türkiye'de, Erdoğan Türkiyesi'nde yaşamaktayım. Bu Türkiye'de bugün bir zamanlar beğenmediğim "ikinci sınıf demokrasi" bile hayal olmuş durumda. Bugün Türkiye'de demokrasiyi demokrasi yapan güçler ayrılığı hiçe sayılıyor. Yargı bağımsızlığı hiçe sayılıyor. İfade özgürlüğü hiçe sayılıyor. Demokrasilerin temel direği olan bağımsız ve özgür medya hiçe sayılıyor. Hayatın renklerinden, hayatın farklılıklarından, çok seslilikten uzaklaşan bir Türkiye bu... Kısa adı OHAL olan olağanüstü hal rejimi altında, bir sivil darbe dönemi yaşanıyor Türkiye'de. Memleket koskoca bir hapishane gibi... Gazeteciler, yazarlar ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezalarına mahkum ediliyor. Özellikle Kürt siyasetçilere dönük bir siyasal kırım yürütülüyor. Hapishaneler HDP'lilerle dolu. O kadar çok dostum, meslektaşım var ki hapiste olan: Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Enis Berberoğlu, Osman Kavala, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne, Mustafa Ünal, Sedat Laçiner, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Ayla Akat, Fırat Anlı, Aysel Tuğluk, Celalettin Can ve daha adını hatırlayamadığım birçokları... Dostlarımın çoğu ya hapis ya sürgün...
24 Haziran seçimleri bir dönüm noktası olabilir; bu tarihte Erdoğan'ın tek adamlığına dur denebilir
Gün geçtikçe yalnızlaşıyorum. Kendi yurduma yabancılaşıyorum ya da kendi memleketimde sürgün hissiyatına kapılarak yaşıyorum. Peki, Erdoğan Türkiye'si bu ülkenin alınyazısı mı? Hayır değil. Türkiye'de demokrasi, hukuk ve özgürlük mücadelesi devam ediyor, edecek. Bu bakımdan 24 Haziran seçimleri bir dönüm noktası olabilir. Bu tarihte Erdoğan'ın tek adamlığına dur denebilir. Konuşmamı bitirirken son bir noktaya değinmek istiyorum. Türkiye'nin "Avrupa hülyası" konusunda yaşanan hayal kırıklığında en büyük pay, hiç kuşkusuz, yıllar yılı demokrasi, hukuk ve özgürlüklerin gereğini yapmayan Ankara'daki siyasal iktidarlardır. Ancak bu hayal kırıklığında, Avrupa'daki özellikle muhafazakar parti ve hükümetlerin, milliyetçi, popülist ve ırkçı siyasal hareketlerin Türkiye'ye karşı uzun yıllar takınmış oldukları samimiyetten uzak, iki yüzlü, hatta düşmanca tutumun payı da vardır. Uzun lafın kısası... Bir yandan Türkiye, "Avrupa hülyası"nın hazin bitişini yaşıyor. Öbür yandan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaş ve milliyetçilik illetine karşı tarihin belki de en büyük barış projesi olarak sahneye çıkmış Avrupa Birliği'nin temelleri milliyetçilik ve popülizm tarafından kemiriliyor. Demokrasi ve barış açısından tam bir talihsizlik olan bu iki süreç yakınn gelecekte tersine dönebilir mi? Avrupa'yı bilemiyorum. Peki, Türkiye'nin "Avrupa hülyası" yeniden canlanabilir mi? Bunun için önce 24 Haziran seçimlerinin sonucunu beklemek lazım. Kim bilir, belki Erdoğan sandıkta kaybeder ve Türkiye yüzünü tekrar demokrasiye dönmeye başlar. Keşke...